SULTAN ABDÜLMECİD

Bu hafta size Osmanlı hanedanının 33. Padişahı Sultan Abdülmecid’ten bahsedeceğim.

Sultan Abdülmecid, Türk hükümdarlarının yirmi beşincisi ve İkinci Mahmut ile Bezmialem Valide Sultan’ın oğlu olarak 23 Nisan 1823 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Sultan İkinci Mahmut’un vefatı üzerine 17 yaşlarında iken 1839 tarihinde saltanatın varisi olarak tahta oturdu ve padişah oldu. Osmanlı sarayında 22 yıl 7 ay ve 13 gün hükümdarlık yapmıştır. Sultan Abdülmecid’in dönemi tarihçiler tarafından “Tanzimat Devri” diye de anılmaktadır.

Abdülmecid, babasının döneminde başlamış olan Mısır meselesini kucağında bulmuştur. Tahta çıkar çıkmaz Osmanlı ordusunun Nizip mağlubiyeti ile Mısır meselesi yeniden vahim bir şekle girmiş daha önceki (bakınız: Hain Ahmet Paşa) makalemizde de bahsetmiş olduğumuz gibi, Kaptan-ı Derya Ahmet Paşa’nın (namı diğer Hain Ahmet Paşa) Osmanlı donanmasını İskenderiye limanına götürüp Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya teslim etmesi ve yukarıda da belirttiğimiz gibi Nizip mağlubiyeti ve Avrupa devletlerinin de baskıları sonucu  Sultan Abdülmecid, içerde halkın dışarda da Avrupa devletlerinin desteğini almak için Avrupa’dan yeni gelmiş olan Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın da telkinleriyle  birtakım ıslahat hamlelerine girişti ve bu meyanda “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” yayınlandı. (1839)

Mısır meselesinin kucağında bulan Sultan Abdülmecid, Gülhane hatt-ı hümayununun ortaya çıkarmış olduğu müsait hava ile zaten Avrupa meselesi halini almış olan Mısır meselesinin halledilmesini kolaylaştırdı. İngiltere, Avusturya, Rusya Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü istiyorlar bu meyanda Fransa’yı devre dışı bırakarak Mehmet Ali Paşa’yı Londra mukavelesine mecbur ettiler. (1840) buna göre Mehmet Ali Paşa, yalnız Mısır valisi olacak ve Mısır Osmanlı devletine her sene 80.000 kese akçe vergi verecek. Bu şartlar dahilinde Mısır meselesi halledilmiş oldu. Bunun yanı sıra boğazlar üzerinde Osmanlı devletinin hakimiyeti tasdik olunarak yabancı harp gemilerinin boğazlardan geçemeyeceği esası kabul olundu.

1848 senesinde Macarlar istiklal mücadelesine girişerek Avusturya’ya karşı ihtilale kalkıştılar. Ancak Rus ordularının da yardım etmesiyle Macarlar mağlup oldular ve birçoğu Osmanlı topraklarına iltica etmek zorunda kaldılar. Avusturya ve Rusya hükümetleri bu mültecileri ısrar ve tehditle Osmanlı hükümetinden istediyse de hükümet bu talebi şiddetle reddetti ve buna mukavemet gösterdi.

Macarların bu ihtilal denemeleri Osmanlının gerek Avrupa ve gerekse Suriye ve Lübnan gibi mahallerdeki topraklarına da sıçradı. Ruslar ve Avusturya Eflak ve Boğdan (Bu günkü Romanya) üzerinde, İngilizler ve Fransızlar ise Suriye ve Lübnan üzerinde menfi çalışmalara başladılar. Özellikle Lübnan’da Dürziler ve Marunilerin geçimsizliği Osmanlı hükümetini meşgul etmekteydi. Bu meseleler yapılan ıslahat çalışmalarında fazla yol alınmasına meydan vermemiştir. Fransızlar Katolik mezhebine mensupların bazı talepleriyle, Ruslar ise Ortodoks mezhebi mensuplarının bazı talepleri ile Osmanlı devletinin taksim edilmesi hususuna İngilizlerin ne derece müsait davranacaklarını test etmeye başladılar.

Ruslar, İstanbul’a göndermiş oldukları sefaret heyeti marifetiyle bu taleplerini daha da sertleştirerek Osmanlıya müdahale hakkına sahip olduklarını beyan ettiler. Rusların bu beyanı Osmanlı hükümeti tarafından kabul edilmeyince Eflak ve Boğdan’ı (Bu günkü Romanya) işgal ettiler. Hükümet de Fransızların ve İngilizlerin arkasında duracaklarına güvenerek Rusya’ya harp ilan etti (1853) Ömer Paşa komutasındaki Türk ordusu Ruslarla yapılan muharebelerde galibiyet elde etti. Rusların Silistre’yi kuşatmaları başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak Sinop limanında bulunan Osmanlı donanması Rus donanmasının baskını sonucu tamamen yakıldı. (30 Kasım 1853)

Bunun üzerine Fransa ve İngiltere Osmanlı devleti ile dayanışmak üzere harbe girdiler. (12 Mart 1854) Avusturya tarafsızlığını korudu. Ancak Rusların çekilmek üzere bulundukları Eflak ve Boğdan’ı geçici olarak işgal ettiler. Rusların tahrik etmesiyle Yunanlılar ayaklandılar ancak bir Fransız kolordusunun Atina ve Pire’yi işgal etmesiyle tarafsızlıklarını muhafaza etmeye mecbur oldular. Fransa, İngiltere ve Osmanlı devleti savaşı Kırım’a taşıyarak Sivastopol şehrini kuşatmaya aldılar. Osmanlı ordusu bu bölgeye kaydırıldı. Birçok muharebeler oldu.  Fakat harbin sonunda başka bir cepheden saldırarak Kars’ı muhasaraya aldılar. Müttefik orduları bir seneden beri kuşatma altında bulunan Sivastopol şehrini ele geçirdiler ancak Rusların kuşatması altında bulunan Kars ise Rusların eline geçti. Bütün bu savaşta Rusların yegâne galibiyetleri bu hadise oldu.

Harbin sonunda sulh görüşmeleri başladı ve Fransa’nın başkenti Paris’te genel bir kongre toplandı 30 Mart 1856 senesinde bir sulh anlaşması imzalandı. Buna göre; Osmanlının toprak bütünlüğü kabul edilerek iç işlerine herhangi bir devletin müdahalesi men edildi, Boğazlar bütün devletlerin harp gemilerine kapalı olacak ancak Karadeniz ticaret gemilerine açık olacak gerek Rusya ve gerek Osmanlı devleti Karadeniz’de harp gemisi ve tersane bulundurmayacaklardır. Gelelim en can alıca noktaya: Sırbistan, Eflak ve Boğdan üzerindeki Rus himayesi men edilecek ve bu prenslikler Osmanlıya bağlı olmakla beraber bütün imtiyazlarını muhafaza edecekler ve Avrupa’nın himayesi altında bulunacaklar.

Paris kongresinin toplanmasından evvel Sultan Abdülmecid Gülhane hattı hümayununun tamamlayan ve teyit eden yeni bir ıslahat fermanı ilan etmişti. Paris Anlaşmasında bulunan devletlerce önemi takdir edilen ve iyi karşılanan bu fermanla, Hıristiyan vatandaşların şahıslarının ve mallarının korunması belirtildikten sonra gerek mezhep olarak ve gerekse eğitim olarak hürriyetleri bütün vatandaşların eşitliği, gayrimüslimlerinde memuriyet ve askerlik hizmetlerine kabul edilecekleri, vergi yönünden de eşit tutulacakları ilan ve daha başkaca ıslahat yapılacağı belirtiliyordu. (18 Şubat 1856)

Gerek bu ferman ve gerekse Paris anlaşması sonucunda bir sükûnet ve sulh dönemi başlamıştı. Bu esnada Avrupa ile ticari ve mali münasebetler arttı. Avrupa devletlerinden borç paralar alındı, yabancı sermayenin siyasi ve iktisadi sahalarda nüfuz ve tesiri attı, borç alınan paralar zaruri işlerden ziyade saray masraflarına ve diğer vesair israflara harcanması birtakım hoşnutsuzluklar ortaya çıkardı. Bütün bu ıslahatlar bir sonuç vermeyerek Osmanlı devletinin gerek Avrupa topraklarında (Eflak ve Boğdan, Karadağ) gerekse Suriye ve Lübnan’da ayaklanmaların çıkmasının önüne geçilememiştir. Özellikle israflar yüzünden bir darbe girişimi bile yaşanmıştır. Kuleli Olayı, Fedailer cemiyeti tarafından planlanan bu hareketin amacı Sultan Abdülmecid’i devirip yerine Sultan Abdülaziz’i tahta geçirmek olan ve bir ihbar neticesinde sonuçsuz kalan darbe girişimidir. (14 Eylül 1859) yakalanan darbecilerin yargılanması Kuleli kışlasında yapıldığı için bu vak’aya kuleli olayı ismi verilmiştir.

Sultan Abdülmecid, zarif bir yüze sahip ve vücut yapısı olarak da naif ve narin bir insandı. Genç yaşından beri alışık olduğu içkiyi hayatının son zamanlarında ayyaşlığa kadar götürmüştür ve aynı zamanda nargile tiryakiliği de meşhurdur. Kandan nefret eden padişah, hayatına kasteden kuleli olayı sanıklarının idama mahkum edilenlerini kalebentlik ile değiştirerek sürgün edilmelerini sağlamıştır.

Babası İkinci Mahmut’a isyan etmiş olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa, kendisin ziyarete geldiğinde bir ihtiyarlık gafletinde bulunarak Sultan Abdülmecid’e “Oğul” diye hitap edince, paşa derhal kendisin toplayarak af dilemiş ve Abdülmecidin’in önünde diz çökmüştü. Sultan Abdülmecid, diz çöken ihtiyar valiyi gayet zarif bir tavırla elinden tutup kaldırmış; “Pederim, nasihatlerinize daima muhtacım.” Demiştir.

 

 

Abdülmecid Devrinde Lüks Düşkünlüğü

Öteden beri herkes gelirine göre tasarruf eder; alafranga yaşamaya pek temayül göstermezlerdi. Ancak Abdülmecid’in saltanatının başlarında Mısır’dan İstanbul’a pek çok paşa, bey ve hanımlar göçmeye ve yerleşmeye başladılar. Bunlar gayet yüksek paralarla konaklar, yalılar satın almaya başladılar, satın aldıkları bu yerleri alafranga eşyalarla süsleyip döşediler. Bol bol paralar harcadılar, İstanbul’un ileri gelen devlet görevlileri ve zenginleri de bu göçen Mısırlıları taklit etmeye başladılar. Mesela devrin sadrazamı Ali Paşa’nın evinin aylık masrafı 4.000 altın’a kadar çıktı. Paşa’nın sadrazamlıktan almış olduğu maaş yetmemeye başladı. Aynı hesapsızlık saray hanedanına da sıçradı, hesapsız masraf etmeye başladıklarından maaşları yetmediği için borca battılar. Saray erbabının alışverişlerine vasıta olan zevat ise suistimallere ve hırsızlığa bulaştılar. Mesela bir tüccardan 100.000 kuruşluk mal alırlarsa aynı tüccardan 50.000 kuruş da nakit alıp sultan namına 150.000 kuruşluk senet verirlerdi.

Saray ve Konak hayatına “Alafrangalık” bu devirde girmiştir. Baştan itibaren orta halli ailelere varıncaya kadar bir lüks ve sefahat düşkünlüğü başlamış, saray inşaatı ve masrafları devlet hazinesini iflasa doğru sürükleyen korkunç bir hal almıştı. (Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı)

Dolmabahçe sarayı için harcanan para 5.000.000 altındır. Sarayın maliyeti Osmanlı hazinesini zor durumda bırakmıştır. Bu dönemde devlet memurlarının maaşları aybaşı yerine ay ortalarında, sonraları da 3-4 ayda bir ödenmeye başlanmıştır. Sultan Abdülmecid ise bu saraylarda ancak 5 yıl kadar yaşayabilmiştir. Saltanatı devralan Sultan Abdülaziz devrinde ise bu sarayda 5.320 kişi hizmet vermekteydi. Bu dönemde sarayın yıllık masrafı 2.000.000 İngiliz sterlini miktarını bulmaktaydı. Sultan Abdülmecid’in saltanatı boyunca 16 sadrazam ve 22 iki kabine kurulmuştur.

Padişah hizmetinde veya askeri hizmetlerde bulunan birçok yabancı uzman daha sonraları hatıralarını yayınlamışlardır. Şüphesiz bu hatıralar hükümdarlar ve devlet aygıtının işleyişi hakkında okunmağa değer güzel yazılardandır. Bu meyanda Sultan Abdülmecid’in özel doktoru olan Dr. Spitzer,* hatıratında şunları kaydetmektedir:

Dr. Spitzer’in Hatıratından

“Zatı Şahane hafif bir soğuk algınlığı neticesinde bacağının sol mafsalında şiddetli ağrılar hissediyordu. O gün Cuma, öğleyin camiye gidecek, at üzerinde bu vaziyette camiye gitmek pek mümkün olamayacağından kendisine mümkün olduğu kadar çabucak bir kolaylık yapmamı emretti. Ağrıyı durduracak bir merhem yapıp getireceğimi söz verdim. Merhemi sürüp bitirdiğim zaman duvarda bulunan bir resmi kendisine izah etmemi istedi. Resmin altındaki İngilizce yazıyı tercüme ettim. Bu resim Liverpol – Mancester demiryolu istasyonunun muhtelif tren resimleri olduğunu gösteriyordu. Abdülmecid kendi memleketinde de böyle istasyonlar ve trenler bulunduğunu görmeyi arzu ettiğini söyledi, fakat böyle büyük işler için lazım olan paranın hükümet hazinesinden verilmesinin müşkül olduğunu da ilave etti. Sonra sözüne devam ederek Avrupa’da olduğu gibi burada da bu gibi işler için hususi şirketler teşekkül etmesi şayanı temenni bulunduğunu söyledi. Ben de cevaben bu gibi teşebbüslerde bulunacak kimselerin serveti hükümete itimat ve emniyet şartı ile ancak olabileceğini söyledim. Yani güven ve hukuk imkanının var olmasının gerekli olduğunu beyan ettim. Zatı Şahaneleri cevaben şu mütalaada bulundu:

-Emin olunuz, bu güveni hasıl etmek için tarafımdan her şey yapılacaktır. Zamanı saltanatımda kimsenin meşru malına tecavüz edilemez. Yalnız bizim bankerlerimizde (yatırımcılar, sermaye sahipleri kastedilmektedir) umumi menfaat namına birlik, Müslüman ahalimde ise çalışmağa heves yoktur. Bankerlerimiz öteden beri paralarını paşalarıma faizle vermeye alışmışlardır. Biz bunları konuşurken içeriye başkaları girince Zatı Şahane konuyu değiştirerek başka konulara geçti…” der.

Henüz 17 yaşındayken Osmanlı tahtına oturan Sultan Abdülmecid, 25 Haziran 1861 senesinde 38 yaşında vefat etti. Zatürreden vefat etmiştir. Türbesi İstanbul’un Çarşamba semtinde Sultan Selim camisinin avlusundadır. 22 yıl 7 ay 13 gün hükümdarlık yapmıştır.

*Dr. Sigismund Spitzer, Sultan Abdülmecid’in 1845 ile 1850 seneleri arasında özel doktorluğunu yapmıştır. Hatıraları Spitzer’in 1895 senesinde vefatından sonra Almanya’da yayınlanmış ve 1915 senesinde de Ahmet Refik Altınay tarafından Türkçe’ye çevrilerek Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmua’sında yayınlanmıştır.    

 

 

 

Bu yazı toplam 16751 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ekrem Özdemir Arşivi