Ekrem Özdemir
IV. MURAD’IN TAHTA ÇIKIŞI VE ANADOLU’NUN AHVALİ -12-
Kıymetli okuyucu, IV. Murad’ın saltanat döneminde Anadolu’nun ve Osmanlı Devleti’nin ahvalinin nasıl olduğu konusundaki malumatlarımızın on ikincisi ve Sultan Murad döneminin sonunu takdim ediyorum. Haftaya başka bir konu ile devam edeceğiz.
IV. Murad’ın Bağdat Seferi:
Bu Sefer Esnasındaki İcraatlar: Sultan Murad, tekrar İran seferi için hazırlıklar yapmaya başladığını İran devlet istihbaratı haber alarak dönemin İran hükümdarı Şah Safi’ye haber verdiler. Bunun üzerine Şah Safi Maksut Han isminde bir elçiyi İstanbul’a kıymetli hediyeler eşliğinde göndermişti. Sultan Murad, Şahın elçi ile gönderilen mektubunu pek tatmin edici bulmayarak münasip bir zamanda gerekli cevap verileceği bahanesiyle elçiyi İstanbul’da alıkoydurdu.
Sultan Murad, Bağdat seferine hareketinde evvel halka hiçbir şekilde zulüm edilmemesini ve adil davranılmasını ihtiva eden ve kesin emirler içeren bir ferman yayınladı ve dönemin Vezir-i Azamı bulunan ve o bölgede bulunan Bayram Paşa’ya da gerekli tertibatı almasını tembih etti. Bunun üzerine Bayram Paşa’da gerekli tertibatı aldı ve 1638 senesinin mayıs ayında Üsküdar ordugahından Sultan Murad, ordunun bütün ağırlıklarıyla beraber hareket etti.
Bu sefere devlet ricalinden Şeyhülislam Yahya Efendi, o dönemde sadaret kaymakamı ve aynı zamanda Kaptan-ı Derya görevini de üstlenmiş olan Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Padişahın en yakın arkadaşlarından olan vezir rütbesindeki Silahtar Mustafa Paşa ve Mustafa Paşa’nın akıl hocası olan ve Padişahında son derece itimat ettiği maliye hazinesinin günlük harcamalarını deftere yazan İbrahim Efendi ve bunun yanı sıra yine padişahın arkadaşlarından Deli Hüseyin Paşa ve beraberinde diğer komutanlar da katılmışlardı. Sultan Murad, çok yakın arkadaşı bulunan vezir rütbesinde olan Silahtar Mustafa Paşa ve aynı zamanda Paşa’nın akıl hocası olan maliye hazinesinin defterlerini yazan İbrahim Efendi’ye çok itimat gösterdiğinden onlar ne derse onu tereddütsüz yapardı.
Sakarya Şeyhinin Öldürülmesi Vakası:
Osmanlı ordusu günümüzde Eskişehir’in kazası olan İnönü’ye geldiği zaman Vezir-i Azam Bayram Paşa’da orduya katıldı. Bu arada yine birtakım idamlar ve katletmeler başlamıştı. Bolvadin’de Hekimbaşı Emir Efendi, kendisine verilen Bolvadin’in hasılatını vekil olarak başkasına verdiği ve bunu alan vekilinde halka zulüm ve eziyet ettiği şikâyeti üzerine öldürüldü.
Bunun yanı sıra Sakarya Şeyhi olarak bölgede ünlenmiş olan Şeyh Ahmet, mehdilik iddiasıyla yanına 7-8 bin kadar mürit toplamış ve bazı faaliyetlerde bulunuyordu. Şeyhin üzerine birlik gönderildi ve yapılan müsademede gönderilen birlik başarısız oldu ve bozuldu. Bunun üzerine bir hile ile şeyh yakalandı ve 12 adamıyla birlikte o sırada Konya’da bulunan Sultan Murad’ın huzuruna getirildi.
Sakarya Şeyhi Ahmet, kendisine sorulan bazı sorulardan sonra cellat Kara Ali tarafından pek feci bir şekilde öldürüldü. Şöyle ki; önce mafsalları kesildi, daha sonra burnu, kulakları el ve ayakları kesildi, bu kadar işkenceye rağmen şeyh cellat Kara Ali’ye acele etme diyerek işkencelere tahammül göstermiştir. Şeyh feci bir şekilde öldürülmüştür.
Molla Hünkaroğlu’nun İstanbul’a Sürgün Edilmesi:
Sultan Murad, ordu ile birlikte Konya’da bulunduğu esnada Mevlevi Şeyhi Hünkaroğlu Bekir Çelebi hakkında şikâyette bulundular. Konu şu idi: Sultan Murad, Revan seferi esnasında yine Konya’dayken Mevlana’nın türbesini ziyaret etmiş ve şeyh efendiye de iltifatta bulunmuş ve tekkenin mutfağına da fazla tahsisatta bulunmuştu. Bu durumdan vazife çıkaran şeyh efendi ise şımarıklık göstererek üstüne vazife olmayan işlere de karışır olmuştu. Hatta kendisinin muvafakatı olmadan hükümet görevlileri, kadı efendiler hiçbir iş göremez olmuşlardı. Padişah Bekir Çelebi hakkındaki şikayetler dolayısıyla öldürülmesini emrettiyse de Silahtar Mustafa Paşa, Vezir-i Azam Bayram Paşa ve Şeyhülislam Yahya Efendi birlikte araya girerek Bekir Çelebi’nin mallarının müsadere edilmesi karşılığında İstanbul’a sürgün edilmesini sağlamışlardır. Bekir Çelebi, İstanbul’da Vezir-i Azam Bayram Paşa’nın konağında bir müddet kaldıktan sonra İstanbul’da vefat etti.
Yine Padişah Konya şehrinde tebdili kıyafet gezdiği bir sırada en çok kin duyduğu eskilerden Recep Paşa’nın adamlarından ve aynı zamanda Yeniçeri eski komutanlarından Hüsrev Subaşı’yı görüp tanıyıp hiddet ve gazapla yüzüne bakıp geçer ve daha sonra ordugaha vardığından Yeniçeri Ağasına Hüsrev Subaşı’yı görüp tanıdığını söyler ve katledilmesini emreder. Bunun üzerine harekete geçen Yeniçeri Ağası ilgili padişah fermanı üzerine Hüsrev Subaşı’yı akşam yemeğine davet eder. Ancak Hüsrev Subaşı da muhtemeldir ki tebdil kıyafetle gezen Sultan Murad’ı tanımış olacak ki, bu davetten şüphelenerek hazırlıklı gider davet esnasında yanında taşımış olduğu bıçağını çekerek çadırdakileri dağıtır ve kaçarak gecenin karanlığından da istifade ederek izin kaybettirir.
Hekimbaşı’nın Ölümü:
Öteden beri padişahın itimadını kazanmış olan Silahtar Mustafa Paşa, kendi adamı olan Zeynelabidin Efendiyi hekimbaşılığa getirmek için dönemin hekimbaşısı olan Emir Çelebi’yi afyon içmekte olduğu şikayetiyle padişaha gammazlamıştır. Bunun üzerine padişah hekimbaşı Emir Çelebiyi yanına çağırarak üstünü aratmış ve cebinde bulduğu afyonun tamamını yutturduktan sonra da karşısına alarak satranç oynamaya başlamıştır. Hekimbaşının takatsiz kaldığını gören padişah onu çadırına yollamış ve talebeleri kendisine ilaç hazırlamışlarsa da kabul etmemiş “Bana ilaç istemez, silahtar gibi hasmı olan bir adama ölmek evladır” dedikten sonra afyonun üzerine buzlu şerbet içtikten bir müddet sonra da ölmüştür.
Hekimbaşının ölümünden sonra Silahtar Paşa’nın tezgahladığı gibi Zeynelabidin Efendi hekimbaşı olmuştur. Bu arada da ordu konaklamış olduğu Konya’dan ayrılıp Halep’e varmıştı. Ordunun Halep’e vardığı esnada Mısır kuvvetleri de orduya iltihak etti. Ohri Sancakbeyi Piri Paşa ise orduya geç katıldığı için idam edildi. Alim ve fazıl bir zat olan Piri Paşa’nın öldürülmesi orduda büyük üzüntü yarattı. Şam Trablus valiliğinden azledilen ve halka yapmış olduğu zulümlerin şikâyeti üzerine onunda başı kesilerek öldürüldü.
Vezir-i Azam Bayram Paşa’nın Vefatı:
Bayram Paşa’nın ani vefatı padişahı son derece müteessir etti. Zira Sultan Murad, Bayram Paşa’dan çok memnundu. Bazı tarihçilerin rivayetine göre vezir-i azamın vefatını duyduğunda çadırına gelerek üzüntüsünün belli ederek ağlamıştır. Bayram Paşa’nın cenazesi İstanbul’a nakledildi ve yerine yukarıda da bahsi geçen maliye defterine giderlerin kaydedilmesini günlük sağlayan ve padişahın itimadı sonsuz olan İbrahim Efendi’nin tavsiyesi üzerine Tayyar Paşa yeni vezir-i azam olarak nasp ve tayin edildi.
Bağdat’a varmadan İbrahim Efendi de hakkın rahmetine kavuştu. Kimi tarihçilere göre hayırlı ve iyiliksever bir adam olduğu için padişahın itimadını kazanmış olduğu söylenirse de bazı tarihçiler de bunun tam tersi İbrahim Efendi’nin aleyhinde ifadelerle padişahın kendisine güvenini kötüye kullandığını yazarlar.
Bağdat’ın Muhasarası:
Sultan Murad, komutasındaki Osmanlı Türk ordusu Bağdat önlerine 197 süren bir sefer yolculuğundan sonra varmıştı. Padişah çadırını İmamı Azam türbesinin önüne Dicle nehrinin kenarına kurdu. Bağdat kara tarafından üç cihetten kuşatıldı. Hatta bütün kale kapıları kuşatıldı. Bir taraftan da kuşatmada kullanılmak üzere Bayram Paşa’ya döktürülen toplar kale duvarlarını sürekli döğmekteydi. Bağdat kuşatılalı 37 gün olmuştu. Topların güllelerle döğdüğü kale surlarının yıkılmış olmasına rağmen askerin yürümemesi padişahı kızdırmıştı. Yeni vezir-i azam Tayyar Paşa’yı huzura davet ederek niçin askerin yürümediğini sorması üzerine veziri azam:
“Padişahım sabrolunsun şehir yakın bir zamanda fetholunur, yürümemize zaman vardır, acele ile askeri kırdırmayalım” der demez padişah tekrar kendisine:
“Senin namın, kahramanlığın ve yapacağın iş bu mudur? Tehir etmenin manası nedir?” deyince veziri azam:
“Benim canım yolunuza feda olsun, Tayyar kulun ölmekle bir şey olmaz, hemen Allah kaleyi almamızı ihsan eylesin” dedikten sonra ertesi günü yürüyüş başladı.
Tayyar Paşa’nın Şehadeti ve Bağdat’ı Alınması:
Yürüyüş başladıktan kısa bir müddet sonra ele geçirilen kale burçlarına bayraklar çekiliyordu. Bu esnada elinde kılıcıyla burçlardan birinde yürümekte olan Tayyar Paşa, alnına isabet eden bir kurşunla şehit oldu. Padişah bu hadiseyi duyunca “Ah Tayyar, Bağdat kalesi gibi yüz kale değerdin” diyerek üzüntüsün belirtmiştir.
Muhasaranın 40. günü nihayet kale muhafızları aman dileyerek teslim oldular. Tayyar Paşa kaybedildiyse de Bağdat alındı. Yeniçeri Ağası Hüseyin Ağa Bağdat valisi ve Yeniçeri komutanı Bektaş Ağa ise 8.000 kişilik bir kuvvetle Bağdat muhafazasına bırakılarak fetih neticelendi.
Padişahın İstanbul’a Dönüşü:
Bağdat alındıktan sonra Sultan Murad, İmam-ı azamın kabrini ziyaret etti, türbeyi ve kalenin yıkılan surlarını tamir ettirdikten ve Bağdat’ın muhafazası için gerekli tedbirleri aldıktan sonra İstanbul’a doğru yola çıktı. Sultan Murad, Bağdat seferine giderken İran Şahının İstanbul’a göndermiş olduğu elçi Maksud Han’ı da Musul’a göndermişti. Şaha yazmış olduğu mektubu Maksut han ile birlikte bir elçi ile İran’a gönderdi.
Bağdat dönüşü Diyarbakır’a gelen Sultan Murad, burada o taraflarda pek ünlü olan Nakşibendi Şeyhi Mahmut’u müritlerinin çok olması ve Şeyhlikten Şahlığa geçmek istemesi üzerine daha önce adı geçen cellat Kara Ali’ye boğdurdu. Şeyh Mahmut hakkında biraz malumat verelim. Şöyle ki:
Sultan Murad’ın Dolandırılması:
Şeyh Mahmut aslen Rumelili idi. Diyarbakır ve havalisinde büyük bir nüfuza sahipti. Müritleri kendisinden mallarını esirgemezlerdi. Sultan Murad Bağdat seferine giderken padişahı karşılamış ve ona kıymetli hediyeler takdim etmişti. Maanoğlu Fahrettin’in kızının altın yapmakta çok mahir olduğunu padişaha tavsiye etmişti. Bunun üzerine Sultan Murad kıza bir miktar para verip Diyarbakır’da altın yapması için emir vermiş ve kızın yanına da maden işlerinden anlayan birini bırakmıştı.
Bu kız kendisine altın yapılması için hazineden verilen paraları bir güzel zevk ü sefa içinde yiyip de sahtekarlığı anlaşılınca Bağdat’tan İstanbul’a dönmek için Diyarbakır’a gelen ve bizim altınlar ne oldu diye soran Sultan Murad, kendisinin dolandırıldığını anlayınca Maanoğlunun kızını ve iki çocuğunu boğdurup Dicle nehrine attırmıştı. Bu arada kızın dalaverelerine inanan şeyh de hem müritlerinin çokluğu ve hem de müritlerinin şeyhin sözüne son derece bağlılık göstermeleri isyan çıkarabilir kaygısıyla cellat Kara Ali’ye boğdurulmuştu.
Sultan Murad’ın Sonu ve Ölümü:
Sultan Murad, nikris hastalığından muzdarip idi. (Nikris: Gut hastalığı vücudun çeşitli dokularında ürik asit birikmesi sonucu sonuçlanan bir rahatsızlıktır.) Bağdat seferinde de hastalığı iyice ortaya çıkmış ve tavsiyeler üzerine içkiyi bir müddet terk ederek düzelme göstermişse de çok yakın dostu olan Silahtar Mustafa Paşa’nın kendi onuruna vermiş olduğu bir davette yine Silahtar Mustafa Paşa’nın teşviki ile içkiye başlamış ve ziyafetten saraya döndüğü andan itibaren bir daha kalkmamak üzere yatağa düşmüştür. 9 Şubat 1640 senesinde akşam üzeri sarayda kardeşi Kasım’ı boğdurduğu odada hayata gözlerini yumdu.
Sultan Murad öldüğü zaman 29 yaşında idi. Padişahın ölümü duyulduktan hemen sonra vezir-i azam Kemankeş Mustafa Paşa, saray görevlileri ile beraber Sultan İbrahim’i kafesten alarak hem taziyelerini ve hem de saltanatlarını müjdeledilerse de Sultan İbrahim, Sultan Murad’ın cenazesini ve öldüğünü görmeden kafesten çıkmayı kabul etmedi ve validesinin de yemin etmesiyle ve Sultan Murad’ın cenazesini görmesiyle tahta oturdu ve tebrikleri kabul etmeye başladı.
Sultan Murad’ın cenazesi 10 Şubat 1640 senesinde kaldırılarak Sultan Ahmet türbesine defnedildi.
Kıymetli okuyucu haftaya Sultan İbrahim’in saltanatındaki olaylar ve hadiselerle devam edeceğiz. Selam ve muhabbetle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.