Ahmet Polat
RAMAZAN SÖZLÜĞÜ 3
Fidye (الفدية): Fidye (fidâ) kelimesi Arapça’da “bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak için ödenen bedel” anlamındadır. Fıkıh terimi olarak düşman elindeki esiri kurtarmak için ödenen bedeli, ayrıca başta oruç ve hac olmak üzere bazı ibadetlerin eda edilmemesi veya edası sırasında birtakım kusurların işlenmesi halinde yerine getirilmesi gereken dinî-malî yükümlülüğü ifade eder.
Fidye, daha çok meşrû bir özür sebebiyle ifa edilemeyen bir ibadete bedel olarak veya ibadet sırasında yerine getirilemeyen bir hususu, işlenen bir hata ve kusuru telâfi için ödenir. Bu bakımdan dinî hükümde bir hafifletme ve ruhsat özelliği taşımaktadır. Bu sebepten ötürü fidye için “küçük kefâret” (keffâret-i suğrâ) tabiri kullanılmaktadır.
Oruç tutamayanlar; “İçinizden hasta veya yolcu olan, başka günlerden sayısınca tutar. Orucu tutmakta zorlananlar için bir yoksulun (günlük) yiyeceği kadar fidye yeterlidir. Bir iyiliği mecbur olmadan yapan için bu (yaptığı) iyidir. Ama orucu tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 2/184) ayeti doğrultusunda iki kısma ayrılır:
- Gününe gün tutmak: Kişinin, Ramazan ayı içerisinde farz orucu tutamadığı gün yerine Ramazan ayı dışında orucu kaza etmesidir. Bu kısma şu mazereti bulunan kimseler dâhildir: Hastalık, yolculuk, gebelik ve emzirme, hayatî tehlikeye yol açacak ölçüde açlık ve susuzluk, can ve can bütünlüğü konusunda tehdit edilme, hayız ve nifas.
“Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!” (Âl-i İmran, 3/133) ayeti, üzerimize vacip olan ibadetleri yerine getirmeye işarettir.
Burada özellikle şuna değinmek gerekir ki, sahura bir şekilde kalkamayan kimse orucunu bozup daha sonra gününe gün tutma gibi bir fetva, uygulama yoktur. Dolayısıyla sahura kalkamayan kişi, orucunu sahursuz şekilde tutmakla mükelleftir.
- Oruç tutmayıp fidye vermek: Bu kısım, birinci kısımla bağlantılıdır; hasta ve yaşlı olanlar, daha sonra sağlıkları elvermediği veyahut da yukarıdaki özürler sebebiyle orucunu tutamadığı halde vefat ederse bu takdirde, tutulamayan gün adedince fidye verirler. “Size din konusunda hiçbir güçlük yüklemedi” (Bakara, 2/196) ayeti, yaşlı ve müzmin hastaların fidye vermeleri için dini dayanaktır. Mükellefin, mezkûr iki sebepten ötürü oruç tutmaları yerine fidye vermeleri, İslâm hukukunun “zorluğu giderme/kolaylık ilkesi” ile bağdaşmaktadır.
Yalnız hastalık ve yaşlılık sebebiyle tutulamayan oruç için alanında uzman ve Müslüman bir doktorun tavsiyesi/raporu ile birlikte, kişinin; kendi vicdanının sesini dinlemesi tavsiye edilir. Nitekim bu meyandaki örnek kişilere hepimiz şahitlik etmişizdir ki, sağlığı el vermediği halde takva ve samimiyetle oruç tutmaya irade göstermişlerdir. Kısaca bir mazereti bulunan Müslüman, vicdanının sesine göre hareket ederek oruç tutmalı veya fidye vermelidir.
Fidye ile ilgili bilgileri ana hatlarıyla toparlayacak olursak, ülser, şeker hastası vb. hastaların; oruç tuttuğunda sağlığı ve hayatı tehlikeye girecek derecedeki kimselerle birlikte, “pîr-i fâni” diye tanımlanan çocuklaşmış yaşlı kimselerin, her bir günlük Ramazan orucuna mukabil bir fidye vermesi gerekir. Fidye miktarı ise her sene Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından ekonomik şartlar göz önünde bulundurularak tespit edilir. Fidye miktarının belirlenmesinde “bir kişinin, bir günde iki öğün doyabilecek kadar gıda maddesini alabilecek mali miktar/para” kıstas alınmıştır. Para yerine gıda maddeleri de alınabileceğine cevaz verilmekle birlikte, fidye verilecek fakirin maslahatı (menfaati) gereği para verilmesi tavsiye edilmektedir. Birinci kısımda belirtilen ve gününe gün oruç tutmakla mükellef kimselerin, oruçlarını kaza etmeden öleceklerini anladıkları anda, varislerine, (hanımı, kocası, çocuğu vd.); “benim şu kadar gün oruç borcum var, kaza edemeden ölürsem bunun fidyesini veriniz!” şeklinde tutulamayan oruçlar için malından fidye verilmesini vasiyet etmesi gerekir. Vasiyet etmeden ölmesi halinde, varislerinin, tutulamayan her bir güne karşılık bir fidye vermesi -dinen mecbur olmamakla birlikte- beklenir.
DİYK tarafından belirlenen fidye miktarı, asgari düzeyde (alt limit) olup daha fazlası da verilebilir. İmkanlar nispetinde daha fazla verilmesi tavsiye edilir. Nitekim gelir seviyesi farklı olan kimselerin aynı miktar üzerinden fidye vermesi dinen sahih görülse de takva cihetinden fakirin menfaatını gözetmek daha evladır.
Fidye hakkında, günlük hayatta karşılaşılabilecek ve akla gelebilecek muhtemel sorulara aşağıda yer verdik.
Soru 1: Oruç tutmaya muktedir olmayan kimse, fidyesini verdikten sonra sağlığına kavuşursa ne yapar?
Cevap 1: Diğer mezhepler aksi yönde görüş beyan etseler de Hanefilere göre kaza etmeleri gerekir. Önceden verdikleri fidye de sadaka sayılır.
Soru 2: Ölen kimsenin varisleri, tutulamayan oruçların fidyesini ödemek yerine, “biz, merhumun yerine oruç tutalım” derlerse bu caiz midir?
Cevap 2: Caiz değildir. Varislerin, ölen kimsenin servetinden fidye vermeleri gerekir. Nitekim Hanefî eserlerinden Mültekâ isimli kitabın haşiyesinde, “kimse, kimsenin yerine oruç tutamaz, namaz kılamaz. Ancak onun yerine (tasadduk eder) yemek yedirebilir” kaydı geçmektedir.
Soru 3: Oruç tuttuğu zaman hayati tehlikesi söz konusu olan bir kimse ne yapmalıdır?
Cevap 3: Yaşlı, müzmin hasta gibi tutamadığı oruçların fidyesini verir.
Soru 4: Bir kimse hem oruç tutamıyor hem de fidye verecek mali güce sahip değil. Bu kimse ne yapmalıdır?
Cevap 4: Böyle bir kimsenin Yüce Allah’a tövbe ve istiğfarda bulunması gerekir.
Soru 5: Kişi oruç fidyesini kimlere verebilir?
Cevap 5: Oruç fidyesini verecek kişi, bakmakla yükümlü olmadığı yoksul Müslümanlara verebilir. Fıtır sadakası ve oruç fidyesini vermek durumunda olan kimsenin bunlardan doğrudan ya da dolaylı olarak yararlanmaması esastır. Zekât için de aynı kural geçerlidir. Bu sebeple bir kimse zekâtını, fıtır sadakasını ve fidyesini kendi usûl (üst soy) ve fürûuna (alt soy) veremez. Usûl, bir kimsenin anası, babası, dede ve nineleri; fürû ise, çocukları, torunları ve onların çocuklarıdır.
Yine, bir kimse hanımına zekât, fitre ve fidyesini veremeyeceği gibi, hanımı da kocasına bunları veremez. Bunların dışındaki kardeş, teyze, dayı, amca, hala ve onların çocukları, gelin, damat, kayınpeder ve kayınvalide gibi akrabalar zengin değillerse kendilerine zekât, fitre ve fidye verilebilir.
Soru 6: Gününe gün tutmayı geciktirmek günah mıdır?
Cevap 6: Mükellefin, orucunu kaza etmeye kalben niyetinin bulunması yeterlidir. Gücünün yettiği anda gününe gün tutması vaciptir. Ancak vakit sınırlaması olmadığından acele etmeyi gerektirmemektedir. Kısaca, acele etmek farz değil, geciktirmek de günah değildir.
Ramazan ayı ile ilgili kavramlara devam edeceğiz inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.