Ahmet Polat
Umre Ziyaretimiz
21 Şubat-5 Mart tarihleri arasında, Fransa/Bordeaux Din Hizmetleri Ataşeliği nezaretinde umre yapmak isteyen 15-27 yaş aralığında ve sayıları 20 civarında olan genç kardeşlerimizin başına görevlendirildik. Yazımızda, burada gözlemleyebildiğimiz ve önemli gördüğümüz izlenimleri işlemeye çalışacağız.
Kalbinde iman bulunan her bir kimse, Beytullah (Allah’ın evi) aşkıyla yanıp tutuşur. Zira buluğ çağından itibaren namaz, kurban kesme, zemzem içme ve ezan okumada yöneldiği ve ruhen zihninde hayal ettiği ciheti dünya gözüyle bizzat görüyor.
Kâbe-i muazzama olarak da bilinen Beytullah, Hz. Allah tarafından mukaddes kılınmıştır. Birçok Peygamber’in hayatları burada kesişmiştir.
Hicaz bölgesinin kurak çöl iklimine sahip olması ve baskın havanın hissedilmesi, tavaf esnasında hiç hissedilmemektedir. Sanki bir çekim merkeziymiş gibi kişiyi, zaman ve mekândan soyutlamaktadır. Hatta öyle ki, Beytullah’tan ayrılıncaya kadar açlık, susuzluk ve yorgunluk gibi emareler hissedilmez.
Kâbe etrafında, muhtelif renk, ırk, mezhep ve meşrebe sahip Müslümanlarla karşılaşmamız; “inanç bakımından dünyada yalnız olmadığımız, bizim gibi diğer insanların bulunduğu” hissini veriyor.
Kâbe’nin hemen bitişiğine devasa büyüklükte otel ve AVM gibi binaların yapılması, tarifi imkânsız hüzne sevk ediyor insanı. Gerçi bu mübarek beldeye Hac ve umre için gelenler, her ne kadar yapılaşmayı ikili sohbetler esnasında anlatsalar da manzara bizzat görülünce işin vahameti ancak kavranıyor. Gerçi dikilen gökdelenler, Kabe’nin mehabetinden hiçbir şey kaybettirmemiştir, kaybettiremez de.
Bununla birlikte, Hz. Peygamber’in doğduğu evin; bakımsız, âtıl vaziyette bekletilmesi ve önüne polis kordonu çekilerek gelen ziyaretçilerin konuşmasına izin verilmemesi de gönüllerimizde ayrı bir yara açtı. Düşünün ki, dünyanın pek çok bölgesinden gelen Müslümanlar; Hz. Muhammed’in doğduğu evin önünde üç-beş kelam edemiyor veya konuşma esnasında görevli gelip konuşma motivasyonunu ve meclisteki huşuyu bozuyor. Ne kadar hüzün verici değil mi? Sanki aziz Peygamberimizin aziz hatıraları sistematik olarak siliniyormuş, unutturulmaya çalışılıyormuş gibi bir algı oluşuyor zihinlerde.
25.02.2024 Cumartesi (Berat gecesi), saat 03.00’de Efendimiz’in (s.a.s.) Hz. Ebû Bekir (r.a.) ile hicret esnasında sığındığı Sevr mağarasına çıktık. Yaklaşık 2 saat süren zorlu yaya yolculuğu sonunda, orada Teheccüt namazı kılarak tüm insanlığa dua ettik. Sabah namazı vaktinin girmesiyle, 20 km civarı uzaklıktaki Beytullah’a yönümüzü vererek namazımızı cemaat eşliğinde eda ettik. Grubumuzda yaşı ileri sayılabilecek birkaç kişinin de o zorlu mağara yolculuğu için azimli ve kararlı iradeleri, bizleri son derece mutlu etti. Nitekim onlar da “iyi ki çıkmışız buraya” sözleriyle, tarihe tanıklık eden mağarayı dünya gözüyle gördüler.
Tarih kitaplarına, belgesellere ve fotoğraflarla karşılaştırıldığında, şehrin tarihi silueti, neredeyse kazınma noktasına gelmiş vaziyettedir. Bu da beraberinde yozlaşmayı ve dünyevileşmeyi beraberinde getirmiştir: Kâbe ve ziyaret mahallerinin etrafında pek çok dilenci, türlü türlü bahanelerle sadaka istiyor, ticaretle uğraşanlar ise yerel halka ve ziyaretçilere farklı fiyat tarifesi uyguluyor.
Şehrin genelinde, temizlik, hijyen maddi nizam ve intizam noktasında iyi bir manzarayla karşılaşamadığımızı söyleyebiliriz. Harem bölgesinin içler acısı tertipsizliği, akıl ve vicdan sahibi her bir Müslümanı derinden yaralamaktadır.
Hac; mali yönden ağır, ruhen ve fiziken büyük efor harcanması ve kura sebebiyle de ömrümüzde bir defa gerçekleştirilmesi gibi yönlerden başlı başına zor bir vecibedir. Bu sebepten ötürü Hacca niyet eden Müslümanlar; Hac ile ilgili her bir menasiki hakkıyla yerine getirebilmesi için grup halinde veya tanıdığı, güvendiği ehil hocanın nezaretinde umre yapması ve tecrübe kazanması gerekir.
Ayrıca yolculuk öncesi daha önce gitmiş kimselerin tecrübe ve tavsiyelerine kulak vermek bizim menfaatimize olacaktır. Zira elbise, ayakkabı, çamaşır, krem, ilaç vd. kişisel malzemeler; buradaki ibadetlerimizi kolaylıkla yerine getirebilmemize fayda sağlar.
Tavaf esnasında dikkatimizi çeken bir izlenim oluştu: Bütün Müslümanlar; tek bir vücut halinde insanlığın ve Müslümanların tüm dertlerini, kutsal mekânda, mekân sahibi Yüce Allah’a adeta haykırıyor. Başka bir deyişle, inananların dünya, ahiret ve gelecekle ilgili dertleri var ve bu dertlerin de çözümü için adeta işaret fişeği bekliyor. İşte, tam burada ümmetin önde gelen aydın ve okumuş zümrelerine şu görev düşüyor: “Yer yüzünü imar etmede, iyiliği ve İslâm’ı egemen kılmada sorumluluk al, ümmetin önüne geç ve Allah’a tevekkül et.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.