Ahmet Polat
SANDALYEDE NAMAZ 5
Toplu Ulaşım Vasıtalarında Namaz
Teknolojik imkânların gelişmesiyle insanoğlunun hayatı ve adetleri de tabiatıyla değişmiştir. Bundan 100-150 yıl öncesine kadar (uçak, tren, otobüs, gemi vd.) muhtelif vasıtalarla yolculuk ve bu yolculuğa müteallik meseleler yok iken zamanımızda mezkûr araçlarla yolculuk esnasında kılınan namazların fıkhî boyutu her zaman sorulmaktadır. Hatta öyle ki, bazı sanatçılar! tarafından, gösterilerde alay konusu edilmektedir.[1]
Toplu taşıtlarda namazın nasıl eda edileceği hususunda farklı fetvalar verildiğine şahit olmaktayız. Kimi hocalarımız, namazların cem edilmesini; kimileri de vaktinde kılınmasını tavsiye etmektedir. Biz de bu yazımızda, klasik fıkıh türü eserlerdeki tabiriyle “binek üzerinde farz ve nafile namazlar” hakkındaki fetvaların arka planını serdederek zihinlerdeki tevehhümü gidermeye çalışacağız.
İstidradi bilgi mahiyetinden şunlara değinmek yerinde olacaktır: Daha önce hiç cereyan etmemiş fıkhî bir mesele ile karşılaşılır ve bunun hükmü sorulursa benzer hadiselere göre hareket edilir. Vasıtalar üzerindeki namaz da böyledir; Hz. Peygamber döneminde, yolculuk esnasında nafile namazların binek üzerinde kılındığına dair rivayetler mevcuttur.[2] Buna göre, Hanefî ve Mâlikîlerce iftitah tekbiri dâhil nafile namazlarda oturulan yön kıble tayin edilir. Şâfiî ve bazı Hanbelîlere göre ise iftitah tekbirini alırken kıbleye yönelir, daha sonra da bulunduğu cihet kıble tayin edilir.
İslâm âlimleri, dinimizin en iyi şekilde anlaşılıp yaşanması gayesiyle olanca güçlerini harcayarak, Kur’an ve Sünnet ışığında belli başlı kaideler çıkarmıştır. Yolcunun namazıyla ilgili her zaman ve her yerde geçerliliğini koruyacak kaidenin tercümesi şu şekildedir: “Söz veya fiilî cihetten, namazın rükünlerini (farzlarını) yeri getirmeye güç yetiren kimsenin bu fiilleri eda etmesi farzdır. Edasında aciz kaldığı rükünler ise düşer, yerine de güç yetirebileceği fiili de (bedel olarak) işler” Yine başka bir kaidede ise “Âcizlik durumuyla birlikte farz; zaruret haliyle birlikte de haramlık yoktur.”
Muasır dönem âlimleri; ulaşım araçlarında namazın eda edilebilmesi için bazı şartlar öne sürmüşlerdir:
I. Şart: Araca binmeden namaz vaktinin girmesi, aracın; bekleme ve mola imkânı vermemesi (aracı kaçırma tehlikesi), araçtan inmeden namazın; (zannı galiple) vaktinin geçeceğine kanaat getirmesi.
II. Şart: Araca bindikten sonra vaktin girmesidir ki, kişinin; galibi zannına göre araçtan inmesi ancak diğer bir namazı (öğle, ikindi, akşam ya da yatsı) cem etmesiyle mümkün görünüyor. Veyahut da yolculuk, (yatsı ve) sabah namazı gibi cem mümkün olmayan zamana kadar sürüyor. İşte bu durumda musallînin; imkânı nispetinde namazını vaktinde eda etmesi ve kazaya bırakmaması gereklidir. Eğer uçak vb. taşıtlarda kıyam, rükû ve (yere) secde durumu varsa namazını yerli yerince kılar. Mezkûr rükünleri ifa edemiyorsa kıyamı ayakta, rükû ve secdeyi imayla namazını kılar. Bunları da yapamıyorsa kıyamı oturarak, rükû ve secdeyi (ise daha fazla) eğilerek imayla eda eder.[3]
III. Şart: Araca, namazın vaktinden evvel binilmesidir ki, yolcunun; diğeriyle birlikte cem edemeyeceği namazın vaktinin, inmeden ya da gideceği yere varmadan çıkmayacağına zannının galip gelmesi. Mesela, vasıtada kıbleye yönelme imkânıyla birlikte, namazın; kıyam, rükû ve secdesini yerli yerince getirebileceği mekânın bulunmasıdır. Bu bağlamda bazı uçaklarda mescitlerin bulunduğu ve bu mescitlerde namazın eda edilebileceği rahatlıkla söylenebilir.[4] Bu şartlar altında namazı vaktinde kılmak, en hayırlı ameli işlemek mesabesindedir.
(Yine bu şart altında) bir diğer mesele daha vardır ki, vasıta üzerinde, namazı (kıyam, rükû ve secdesiyle) yerli yerince eda edebilecek şartlar bulunmamaktadır. Bu kimse, toplu taşıma araçlarında sefer halinde ve namaz vakti geçecekse bu takdirde yerine getirebildiği kadarıyla namazını kılması gerekir. Vasıtadan indiği anda namaz vakti geçmiyorsa o zaman araçtan inince namazını yerli yerince kılar.
Bazı muasır âlimler ise şöyle bir ara çözüme gitmişlerdir; “Vasıta üzerinde yolculuk yapan kişi, namazları vaktinde eda edip (kıyam, rükû, secde ve kıbleyi kast ederek) yarım kılacağına, cem yaparak sadece namazını vaktinde kılmaz. Ancak diğer rükünlerini yerli yerince kılabilir.”
Musallî, şayet böyle bir düşünceyi (namazları cem etme) benimsemişse, abdest ve namazını Şâfiî mezhebine göre taklit eder ki, bu da caizdir.
Namazda Kıbleye Yönelmek
Namazda kıbleye yönelmek; Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Ancak kıbleye yönelme özürlendiği (imkânı bulunmadığı) zaman bulunduğu tarafa yönelmesi caizdir. Bu kabilden iki misal verilebilir:
- Musallînin, hasta ve hareket gücü bulunmamakla birlikte, onun kıbleye dönmesine yardımcı birisinin olmaması halinde yüzünün bulunduğu tarafa doğru yönelir. Böylece namazı sahih olur.
- Musallînin, uçak, gemi, otobüs, tren vb. herhangi bir ulaşım aracıyla yolculuk halinde bulunduğu yönü kıble tayin eder. Şayet namaz vakti çıkmadan yolculuk biterse bu takdirde namazını yerli yerince kılar.
Kadınların Topluluk İçerisinde Namazı
Konu bağlamında son olarak, dikkat çekilmesi gereken bir husus daha vardır ki, hanım kardeşlerimizin; bağ, bahçe, sahil kenarı, piknik alanı vb. yerlerde mazeretsiz, oturarak veya sandalyede namaz kılmalarıdır. Bu tip mekânlarda, namaz oturarak ifa etmeleri caiz değildir. Hanımlar için en münasibi, tenha yerlerde veya mescitlerde namazlarını tamamıyla ve kemaliyle kılmalarıdır. Mahremiyet; namazı oturarak eda etmeye sebep gösterilemez. Mescit olmayan yabancı memleketlerde ise kadınlar, -eğer gerekiyorsa- bol bir elbiseyle topluluk içinde de namazlarını kılar.
Konumuzu geneli itibariyle toparlayacak olursak, sandalyede namaz; tek düze olmadığı için caiz değildir. Bu itibarla, hasta bir kimse, kendi özrüne göre namazını nasıl kılacağını bilmelidir. İnternet sayfalarında namaz sandalyesi[5] diye sektör haline getirilen esef verici duruma düşmeme ve ibadetlerimizi hulus-i kalple ifa edebilme adına ayakta, oturarak, ya da yatarak huşu içerisinde eda etmeliyiz.
[2] Bakara, 2/115: “Doğu da Allah’ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın zâtı oradadır. Şüphesiz Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.” Bu ayetin, kıblenin hangi tarafta olduğunun bilinmemesi veya bilinse bile hastalık, yolculuk, savaş gibi özel durumlar sebebiyle o yöne dönmenin güç, tehlikeli ya da imkânsız olması gibi hallere ilişkin özel bir hüküm belirlediği ifade edilmiştir.
[3] Teğâbün 64/16, Bakara, 2/286: Talak, 65/7:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.