Ahmet Polat
Şahitlik 2
Önceki haftalarda şahitlikle ilgili girizgâh mahiyetinde bir yazı yazmıştık. Hatta o yazıda, konumuzun kapsamını belirleyecek bir çerçeve çizmiştik. Kaldığımız yerden devam ederek meseleyi anlaşılır biçimde ele almaya çalışacağız.
İlk yazımızdaki sorulan sorulara, şahitlik merkezinde cevap arayacağız.
Şahitliğin önemi nedir?
Etrafımızda mutlaka vardır ki, yolu mahkemeden geçen insanların hikayelerini kulak verdiğimizde “mahkeme kapılarında, para ile yalancı şahitlikte bulunacak kimselere” rastlamışlardır. Belki günümüzde de mevcuttur. Dolayısıyla karara bağlanan hükümlerin belli bir oranı, yalan ve düzmece üzerine bina edilerek telafisi onulmaz yaralar açmıştır. Oysa dinimiz, şahitlikte bulunacak kimsenin; tanıklığını, belirli şartlar dâhilinde kabul etmiştir. Hatta öyle ki, kişinin (alışveriş, talak ve ikrar gb.) söz veya (gasp ve cinayet gb.) fiile tanıklığı sanki hâkimin şehadeti gibidir.
Fıkıh âlimleri, şahitliğin yerine getirilmesinin önemini izah ederken Zuhruf Suresi’nin 64. Ayetini delil göstermişlerdir. Ayetin tefsirine ve bağlamına (siyak-sibak) bakıldığında, bu (şahitlik) anlam çıkmasa da “bildiği, gördüğü şeyle ilgili hakkı ve doğruyu söyleme” manası rahatlıkla anlaşılmaktadır. “Güneş gibi gördüğün/bildiğin vakit şahitlikte bulun. Aksi takdirde (şahitlik etme) bırak!” (Fethu’l-Kadîr, c. VII, s. 357) rivayeti de yakînî bilgi ve ilim (kesin bilgi) muvacehesince tanıklığın nasıl yapılması gerektiğini açıklamaktadır.
Şu hâlde şahitlik, sosyal düzenin devamı adına, hak ve adaletin tecellisi için büyük öneme sahiptir.
Hz. Peygamber döneminde fıkıh var mıydı?
Evvela fıkıh kavramının tanımına yer vermek gerekir. Fıkıh sözlükte; bir şeyi iyice düşünmek, derinlemesine anlamak, bilmek/ilim ve anlamak/fehim gibi manalara gelmektedir. Istılahta ise kişinin hak, yetki ve sorumluluklarının bilincinde olmasıdır. Başka bir deyişle, “kişinin, lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir.” Fıkıh ilmi, kişinin Allah'a karşı ibadet yükümlülüğünü, helal haram ölçüsünü ve kişiler arası ilişkileri inceler.
Peygamber Efendimiz döneminde fıkıh vardı ancak adı konulmamıştı. Asr-ı saadette Sahabenin, günlük hayatın akışı içerisinde karşılaştıkları meselelerin dini yönü Hz. Muhammed’e (s.a.s.) arz edilerek problemleri çözülürdü. Sohbet halkalarında cevaplanan sorularla veya Resulullah izlenerek fıkhî meseleler aydınlığa kavuşurdu.
Tabi o zamanlarda yazı malzemeleri ve yazma kültürünün gelişmemesi sebebiyle yaşanan olaylar ve verilen hükümler, belirli bir sistematik içerisinde tasnif edilmiyordu.
Kısacası, Fıkıh ilmi sonradan ihdas edilmemiştir.
4) Fıkıh bizim hayatımıza yön verebilir mi?
Fıkıh ilmi, Efendimizin (s.a.s.) 23 senelik peygamberliğinde, hayatın akışı içerisinde vahiy ile insan davranışlarını buluşturmuştur.
Fıkıh ile ahlâk arasında sıkı bir ilişki vardır. Şöyle ki, Şeriat; mükellefe teklif edilen herhangi bir eylemi, mübah (helâl) veya haram (yasak) şeklinde iki türlü hükme bağlamıştır. Fıkıhla ilgilenen âlimler ise bu iki uçlu çizginin aralarına mekruh, müstehap, mendup, sünnet ve vacip gibi kavramları Hz. Peygamber ve Sahabe’nin yaşamlarını mercek altına alarak ve de Kur’an ile irtibatlandırarak belirli bir sistematiğe sokmuştur.
Daha açık bir ifadeyle, vahiy ışığında şekillenen hayatlar; sonraki gelen bilginlerce incelenerek ince çizgilerle ef’âl-i mükellefin (mükellefin fiilleri) belirmiştir. Tabi burada ahlâklı ve iyi birey olma gayeleri gözetilmiştir.
Fıkhın, hayatımıza yön vermesine konumuz bağlamında şöyle temellendirebiliriz: Fukaha, şahitlik konusunda çok titiz davranarak belli vasıflara haiz kimselerin tanıklığını kabul etmiştir. Şeran kerih (çirkin görülen) veya haram sayılan fiilleri işleyen kimselerin şahitliği ise şüphe taşıdığından onların şahitliğini makbul saymamıştır. Bununla beraber, hamama peştamalsız giren, cemaatle namazı hafife alarak terk eden, nikâh düşen bir kadınla halvet-i sahîha sayılabilecek mekânda yalnız kalan, hırsızlık, yol kesicilik, livata ve casusluk yapan, cinayet işleyen, kazif cezası alan, faiz yiyen gibi büyük günah işleyenler, isyankâr, (Allah’a isyan ederek ölen kimse, bizden değildir rivayetinden ötürü) dünyalık kazancı şüpheli, yalancı şahitlik yapan, muhannes (erkeğin kadın gibi veya kadının erkek gibi davranması), mal yığan, tövbesi alenen bilinmeyen ve halk nezdinde yalancılığıyla tanınan gibi kimselerin şahitliği kabul edilmemektedir. (Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâî c. IX, s. 21.) Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere, farzları yerine getirmeyen veya haram kılınan fiilleri işleyen kimseler; adalet vasfını yitirmesi nedeniyle tanıklık esnasında şüphe oluşmaktadır
Ayrıca şunu da ekleyebiliriz ki, günümüz Müslümanlarının en büyük açmazlarından biri de dinin; sosyal hayatta uygulayamamalarıdır. Fıkıh ise şer’î deliller ışığında hükümler istinbat ederek inananları belirli bir istikamete yönlendirmektedir. Böylece dinin, günlük hayatta uygulanabilirliği sağlanmıştır
Hulasa Fıkıh; Kur’an ve Sünnet’te yer alan şer’î hükümlerin uygulanmasına ve yaşanmasına köprü vazifesi görmekle birlikte erdemli ve ahlâklı insan yetiştirmeyi ilke edinerek hayatımıza yön vermiştir, vermeye devam edecektir. (Haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz.)
Üç Aylar
Mübarek Ramazan’ın habercisi Recep ayına bugün (12 Ocak) itibariyle girdik. Kulluk bilincimizin diri tutulması, zamanın; kıymetinin anlaşılması ve nefis muhasebesi açısından bakıldığında, üç aylar bizler için büyük fırsattır. Bu fırsatı değerlendirme adına bol bol tövbe ve istiğfarda bulunmalı, nafile-kaza namazlar kılmalı ve nafile oruç tutarak kendimizi toparlamalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.