Ahmet Polat
SAHABEDEN BİR DEMET
Bu yazı dizimizde, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) eğittiği ve Müslümanların örnek alması gereken şahsiyetler (Sahabe) ele alınacaktır. Her bir yazımızda, farklı meziyetleriyle öne çıkan bir Sahabe hakkında bilgi vereceğiz.
Sahabe; Arapça kökenli bir kelime olup kısaca, “Peygamber Efendimize iman ederek onun yanında bulunan veya gören kimseler” şeklinde tanımlanabilir. Onlar, ayetlerin nüzülüne bizzat şahit ve muhatap kılınmışlardır. Veyahut da ayet iner inmez, ayetin mucibince derhal amel etmişlerdir. Örnek vermek gerekirse, “Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz.”[1] ayeti indikten sonra Ensar’ın en zengini olan Ebû Talha, Mescid-i Nebevî’nin karşısında bulunan en çok sevdiği Beyruhâ adındaki bahçesini Allah yolunda infak etmek istemiş, Hz. Peygamber bu davranışından dolayı onu överek “gerçekte kazandıran malın bu mal olduğu”nu belirttikten sonra ona bahçesini akrabaları arasında taksim etmesi tavsiyesinde bulunmuş; o da bu tavsiyeyi yerine getirmiştir.[2]
Sahabe-i Kiram da bizler gibi beşerdir, hata yapabilirler, günah işleyebilirler. Hatta Sahabe’nin önde gelenlerinin, kendi aralarında bazı ihtilaflara düştüğü ve kanlı çatışmalara girdiği tarih kaynaklarında zikredilmektedir. Onların da, tıpkı bizler gibi ihtirasları, nefisleri ve zaafiyetleri vardır. Ancak bize düşen, içlerindeki anlaşmazlıklarına hakemlik yapmaktan ziyade, dini yaşamaları konusundaki samimiyetlerini örnek almaktır. Sahabe’nin anlaşmazlıklarını, “bir ailenin iç meselesi gibi” görerek haklarında ileri geri konuşmamamız gerekir. Peygamberimize yârenliklerinden ötürü onlara saygı ve hürmette kusur etmemeliyiz; isimlerini andığımızda “Radiyallahü anh” (Allah ondan razı olsun) ifadesini kullanmalıyız.
Dinimizin emrettiği, ahlâkî (insani) erdemlerin yozlaştığı şu günlerde, Kur’an ve Sünnet’in kendilerinde mücessem hale geldiği şahsiyetlerin; hayatlarını, tutum ve tavırlarını öğrenerek İslâm’ı anlama-yaşama hususunda, şahsımız ve yavrularımız için ilham kaynağı olmalıdır.
Bugün İslâm coğrafyasına baktığımızda, İslâm’la şereflenen pek çok milletin, son dini kabul etmesinin arkasında Hz. Peygamber’in dava arkadaşları vardır. Orta Asya, Kuzey Afrika, Endülüs, Sicilya, İran, Irak, Suriye, Kıbrıs ve Anadolu’nun bir kısmı, Sahabe tarafından fethedilerek İslâm mührü vurulmuştur. Bu da gösteriyor ki, İslâm’la müşerref olmadan evvel kan davası, tefecilik, içki, kumar, bozgunculuk vb. yerilen fiillerle iştigal ederlerken, dinimizin sâlih amel vurgusuyla ömürlerini, iyilikler ve faydalı işlerle geçirmişlerdir.
Genel olarak, Sahabe’nin öne temel özelliklerini maddeler halinde özetlemek mümkündür. Şöyle ki:
- İslâm’ın yayılmasında gerek maddi (infak), gerekse manevi (cihat, eğitim vd. alanlarda) büyük gayret göstermişlerdir.
- Allah ve Resulüne yardım etmeleri sebebiyle Allah’ın rızasını kazanmışlardır.
- Gerçek Müminler olarak tanımlanmışlardır.
- Mekke’nin Fethi’nden önce Allah yolunda infakta bulunmaları ve savaşlarda yer almalarıyla üstünlük kazanmışlardır.
- Muhacir ve Ensar birlikteliği sergilemişlerdir.
- Resulullah’ın zor zamanlarında yanında bulunmuşlardır.
- Ömrü hayatlarında, güzel tutum ve davranışlarıyla ayetlere konu olmuşlardır.
- Dinin anlaşılmasında, sonraki nesillere karşı köprü vazifesi görmüşlerdir.
Yukarıdaki bilgilerden hareketle, kendi kendimizle nefis muhasebesine girerek acaba şu sorulara cevap verebilir miyiz?
- Dinimi yaşamada Sahabeler gibi samimi miyim?
- Sahabenin bizzat konu edindiği ayet ve hadislerde, benim o konu hakkındaki tutumum/bakış açım nedir?
- Dinimizin emir veya nehiyleriyle alakalı bir ayet-hadis işitince eski tavrım değişiyor mu?
- Dinin yayılması/öğretilmesi gibi faaliyetlerde üzerime düşeni yapabildim mi? (Görev icabı, yerim değiştiğinde ya da dini/hayrî hizmetlerle ilgili bizden maddi yardım talebinde bulunulduğunda nasıl hareket ettim/ediyorum?)
- (Güney Afrika, Güney Amerika vd. İslâm’ın anlatılmadığı bölgeler gb.) Sahabe’nin ulaşamadığı coğrafyalara, İslâm’ı yayma/tanıtma gibi bir projem/faaliyetim var mı?
- Bir mesele hakkındaki öğrenmek istediğim ayet ve hadisler; acaba başka bir çıkış yolu (hile) bulabilmek için mi? yoksa (Sahabe gibi) amel etmek için midir?
Bu ve benzeri sorulara belki cevap veremeyebiliriz. Ancak cevap arama konusunda gayret gösterdiğimiz ya da en azından, onları kılavuz edindiğimiz takdirde gönül rahatlığı içerisinde hayatımızı sürdürebileceğimize inanıyorum.
Önümüzdeki hafta Hz. Ebû Bekir’i işleyeceğiz inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.