Ahmet Polat
İMAM NİKÂHI HAKKINDA
Bu yazıyı ele almamızın temel sebebi şu sorulara cevap aramaktır: İmam nikâhının tarihi seyri nedir? İmam nikâhı ile resmi nikâh arasındaki fark nedir? Diğer İslam ülkelerinde buna benzer uygulama var mıdır? İmam nikâhı bağlayıcı mıdır? İmam nikâhı İslam’ın ruhuyla bağdaşıyor mu? Günümüz Türkiye’sinde imam nikâhına ihtiyaç var mıdır?
Nikâh, sözlükte “birleştirme, ilave etme, bir araya getirme; evlenme, evlilik; cinsel ilişki ve akit” gibi pek çok anlamlara gelir. Fıkıh ıstılahında ise, “Şer’i açıdan nikâh, mutlak manada evlendirme akdi, erkek ve kadının hayatlarını birleştirmeyi sağlayan sözleşme” manasınadır.
Nikâh, daha önceki semavi dinlerde teşvik edildiği ve gibi Kur’an-ı Kerim’de de teşvik edilip övülmektedir.1 Aynı şekilde Hz. Peygamber’in (sav) önemli sünnetlerinden biridir. Efendimiz; Müslümanların evlenip çoğalmalarının ahirette kendisi için kıvanç vesilesi olacağını ifade etmiştir. Tabi burada bizler için önemli olan nitelikli/şuurlu Müslümanların sayılarının artmasıdır.
Günümüz dünyasında gerek Türkiye’de, gerekse diğer Müslüman toplumlarda nikâh; dinî nikâh ve medenî nikâh şeklinde ikiye ayrılmış vaziyettedir. Bu açıdan bakıldığında meselenin kökü Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına inmektedir. Osmanlı, bilindiği üzere İslam Hukuku çerçevesi içerisinde idare olunmaktaydı. O dönemde evlenmek isteyen taraflar hâkime müracaat ederek evlenmelerine mâni bir durumun olmadığına dair belge alırlardı. “İzinname” ismi verilen bu belge ile devlet tarafından yetkilendirilmiş bir imama giderek nikâhlarının kıyılmasını talep ederlerdi. İmam en az iki şahit huzurunda evlenme beyanları alır ve nikâhlarını kıyardı. İmama daha önce resmi merciler (Kadı) tarafından verilen bir deftere kaydeder, kısa zamanda nüfus dairesine bildirirdi. Bu bilgilerden anlaşıldığı üzere İmam, icra ettiği nikâh akdinin belgesini devlet kayıtlarına işletiyordu. Hâliyle İmam’ın kıydığı nikâh, resmiyette/devlet nezdinde bağlayıcılığı vardı.
Devlet görevlisi olmayıp dini bilgilere haiz kimselerin kıydığı nikâhların da resmi makamlara tescil ettirilmesi kaydıyla geçerliliği/bağlayıcılığının olduğu görülmektedir. Osmanlı’nın son dönemlerinde izinname olmadan nikâh akdi icra eden İmamlar hakkında cezâî işlem uygulanmış olup bu yetki 1917-1919 yılları arasında Muhtarlara verilmiştir. Nikâh kıyma görevi 1919 yılında tekrar İmamlara tevdi edilmiştir.
17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre Medeni Kanunu’nda küçük değişiklikler yapılıp Türkçe’ye çevrilmesiyle Türk Medeni Kanunu ihdas edilmiştir. Bu kanuna göre nikâh akdetme, Belediye Başkanı veya ona vekâlet edecek bir Memur tarafından icra edilecektir. Böylece İmamların, “imam nikâhı” adı altında kıydığı nikâh geçersiz sayılmıştır.
TMK sonrasında nikâh akdeden ister resmi İmam, ister dini değer atfedilen bir kişi olsun; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 230/5. ve 6. fıkralarına göre Din Görevlileri ile çiftler, 2 ay ile 6 ay arasında hapis cezasına çarptırılıyordu. Ancak Erzurum-Pasinler Sulh Ceza Mahkemesi, bahse konu olan fırkaların iptali konusundaki Anayasa Mahkemesi’ne müracaat ederek 27 Mayıs 2015 tarihinde imam nikâhının meşru bir zemine oturmasını sağladı.
AYM’nin bu kararı, imam nikâhını her ne kadar meşru görse de bazı olumsuzlukları beraberinde getirdi. Zira imam nikâhı kanunlar nezdinde bağlayıcı değildir. Dolayısıyla medenî/resmî nikâh akdi ile kadının; nafaka, nesep, miras vb. hakları teminat altına alınırken,
bazı art niyetli kimseler, imam nikâhını kalkan gibi kullanıp kadının bu haklarından mahrum kalmasına haliyle mağdur olmasına sebep olmaktadır.
Bazen şöyle bir durumla da karşılaşıldığı oluyor: Aileler veya yeni nişanlanan çiftler, birbirleriyle görüşmelerini sağlamak ve harama irtikâp edip manen vebal altında kalmamak adına resmî/medenî nikâh akdedilmeden evvel imam nikâhı kıydırıyorlar. İlk bakışta bu yöntem masum ve makul gibi karşılanabilir. Ancak çiftin, nişanlılık devresinde evlenip mutlu bir yuva kuramayacakları anlaşılıp ayrılmaları kesinleşince, imam nikâhının resmi makamlarca bağlayıcılığı olmadığından -genelde- kadınların istismar edildiğine şahit olmaktayız. Veya ayrılmak istemeyen erkek; “boşama hakkının kendisinde olduğunu dolayısıyla boşamak istemediğini” dile getirince olayın seyri başka bir tarafa evrilmektedir.
İşte burada “nikâhın tescil edilme” meselesi ortaya çıkmaktadır. Nikâhın medenî/resmî nikâhtaki gibi tescil edilmesi şeklen ayet ve hadislerde geçmemektedir. Ancak vadeli borç ve hakların yazıyla tespit edilmesini ve şahit bulundurulmasını bildiren ayetin delaleti2 bizlere rehberlik etmektedir. Haddi zatında nikâh da bir yönüyle akittir. Bu tescil bizim anlatmak istediğimiz kadının mağduriyetini giderici niteliktedir. İmam nikâhı ise resmî makamlarca tescil edilmediğinden bazen büyük problemlerle karşı karşıya kalındığı görülmektedir.
Meselelere bu çerçeveden bakıldığında bir yandan İslam örf ve ananesi ihya edilse de öte yandan İslâm’ın ruhuna uygun olmayan ve dini istismar eden bir akit/nikâh icrası söz konusudur. Dolayısıyla akl-ı selim hiçbir Müslüman da dinin alet edilmesine rıza göstermez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.