Köklerden Uzaklaşmak
Son zamanlarda etrafıma daha dikkatli bakıyorum. Parklarda yalnız salıncak sallayan çocuklar, kafelerde telefon ekranlarına gömülmüş gençler, bayram sabahlarında çalmayan kapılar... Sanki bir şeyler eksik, bir şeyler yarım kalmış gibi. Bu hissin kaynağına inmeye çalıştıkça, içimi kemiren o tanıdık sızıyla karşılaşıyorum: Aile kopukluğu.
Evet, modern hayatın hızı, bireyselliğin ön plana çıkışı, farklı yaşam tarzları derken, en temel dayanağımız olması gereken ailelerimizle aramızdaki mesafeler de artıyor. Fiziksel mesafeler belki bir nebze anlaşılabilir. İş icabı, eğitim nedeniyle farklı şehirlere, ülkelere savruluyoruz. Ancak asıl can sıkan, aynı çatı altında bile hissedilen o derin uçurum. Sofrada suskunluk, ortak anılardan bihaberlik, dertleşecek bir omuzun yokluğu...
Bu kopukluk, bir anda, büyük bir gürültüyle olmuyor çoğu zaman. Sessiz sedasız ilerliyor. Küçük ihmaller, ertelenen konuşmalar, anlamsız gururlar zamanla kocaman bir engele dönüşüyor. Oysa aile, hayatın fırtınalı denizinde sığınılacak en güvenli liman değil miydi? Düştüğümüzde elimizden tutan, başarılarımızla en çok sevinen, hatalarımızda bile yanımızda duran yegane destekçilerimiz değil miydi?
Şimdi düşünüyorum da, kaçımız gerçekten ailesiyle derin ve anlamlı bağlar kurmaya özen gösteriyor? Kaçımız, yoğun tempomuza rağmen onlara zaman ayırıyor, onları dinliyor, onlarla birlikte gülüyor, onlarla birlikte hüzünleniyor? Teknoloji çağının sunduğu sanal iletişim kolaylığı, gerçek bağların yerini tutabilir mi gerçekten? Bir "like" ya da kısa bir mesaj, sıcacık bir sarılmanın, içten bir sohbetin yerini doldurabilir mi?
Aile birliği, sadece nostaljik bir kavram değil, aslında ruh sağlığımızın, sosyal uyumumuzun ve hatta bireysel başarımızın da temelini oluşturuyor. Kendini ait hisseden, sevildiğini bilen, desteklendiğini hisseden bir birey, hayata daha güçlü adımlarla ilerler. Zorluklarla daha kolay başa çıkar, mutluluğu daha kolay yakalar. İslam da bu gerçeği en derin şekilde vurgular. Kur'an-ı Kerim'de ve Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) hadislerinde aile, Allah'ın rahmetinin bir tecellisi olarak görülür. "Rabbinizden korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının" (Nisa, 4/1) ayeti, bu bağların ne kadar hayati olduğunu açıkça ortaya koyar. Unutmamalıyız ki, köklerinden uzaklaşan bir ağaç nasıl kurursa, aile bağlarından kopan birey de aynı şekilde yalnızlığa ve mutsuzluğa mahkum kalır.
İslam, aile bireylerine karşılıklı hak ve sorumluluklar yükleyerek bu birliğin korunmasını hedefler. Anne babanın çocuklarına karşı sevgi, şefkat ve adaletle davranma hakkı ve sorumluluğu vardır. Çocukların ise anne babalarına karşı saygı, itaat ve yaşlılıklarında onlara bakma sorumluluğu bulunur. Eşler arasındaki ilişki ise sevgi, saygı ve anlayış üzerine kuruludur. Kur'an-ı Kerim'de eşler için "birbirinize elbise gibisiniz" (Bakara, 2/187) ifadesi, bu birlikteliğin ne kadar yakın ve destekleyici olması gerektiğini simgeler. İslam'a göre her birey, aile içindeki konumuna göre belirli haklara sahiptir ve bu hakların gözetilmesi, adil ve huzurlu bir aile ortamının temelini oluşturur.
Peki ne yapmalı ! Belki de ilk adım, o meşhur "yarın ararım"ları bir kenara bırakıp, bugün bir telefon açmak. Belki de hafta sonu ailecek yapılacak basit bir kahvaltı, eski bir fotoğraf albümünü karıştırmak, birlikte izlenecek bir film, buzları eritmeye yetecektir. Unutmayalım ki, aile bağları emek ister, özen ister. Tıpkı bir çiçek gibi sulanmayı, güneş görmeyi bekler. İslam'ın öğrettiği gibi, akraba ziyaretlerini ihmal etmemek, onlara maddi ve manevi destek olmak, aradaki kırgınlıkları gidermek, bu bağları güçlendirmenin en güzel yollarındandır. Ve en önemlisi, bu çabaların asla geç olmadığını hatırlayalım. Ufak bir kıvılcım bile, küllenen bir ateşi yeniden canlandırabilir.
Köklerimizden ne kadar uzaklaşırsak, o kadar yalnız ve savunmasız kalırız. Çünkü hayat, en çok sevdiklerimizle anlamlı... Bir sonraki yazımda buluşmak ümidiyle hoşca ve mutlu kalın
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.