Anadolu'nun Alkatrazı: Sinop Tarihi Cezaevi
Anadolu'nun Alkatrazı: Sinop Tarihi Cezaevi
"Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,
Akarsuyun, meyve çağında ağacın,
Serpilip gelişen hayatın düşmanı."
Nazım Hikmet Ran
Karadeniz, Karedeniz!...
Bağrındaki kapanmayan yaralar mı seni böylesine hırçın yapan? Ezelden ebede yanmaya da yakmaya da yeminli misin?
Tarihin sesli çığlıklarını nasıl dindirdin?
O çığlıklar madem yaşanmışlık, acı, hüzün haspetti; susma, hırçın hırçın bağrımızı delip geç. Delip geçtin zaten!
Sinop Cezaevi, dimdik duran surların ardından yükselen ağıtların ziyaretçilerini yerle bir ediyor. Sen tarihin gözü yaşlı, yalnız, yapayalnız mirasının.
Derinlik diyorum, iki lafımdan biridir derinlik. "Derinlik" En çokta sana yakışıyor Sinop'um!
Sanki bütün mevsimlerin hep sonbahar! Aylardan hep Eylül gibisin!
Sinop Tarihi Cezaevi, tarihin yaralı tanığı. 1887'de Osmanlı Dönemi'nde inşa edilen bu yapı, Bizans ve Selçuklu kalelerinin gövdesine yaslanarak yükselmiştir. Asırlar boyunca zindan, kışla, hapishane olarak kullanılan bu mekân, aslında hepimizin bağrında, zihninde derin hem de çok derin bir yara izidir.
"Burada, bu mahzende nasıl olur da koskoca bir ömür hapsedilir? Daha iyi, daha aydınlık bir yere varılacağına inanılmadan nasıl olur da bu yol yürünür... Şimdi buraya bir fare gibi tıkılmış bekliyor. Neyi? Ölümü!"
S. Ali, İçimizdeki Şeytan, 74. s.
Ne çok sorular soruyorum kendime, cevapları hep yarım, tamamlanmamış. İliklerime kadar hissediyorum çaresizliği. Her gelişimde daha da derinleşiyor bıraktığın izler.
"Ben olsam diyorum, ben olsam nasıl yaşardım zindanlarda, tıkanıp kalıyorum. Yine derinlerine hapsoluyorum.
Her gelişimde çokça mahpus alıyorum, sonsuz hürriyet bırakıyorum. Belki hissedersiniz diye! Çünkü sizi okuyarak anladım, tanıdım.
"Sinop cezaevi, yazarlar hapishanesidir."
Hücrelerinde düşünürler, yazarlar, şairler kalmış; satırlarını hücrelerindeki bir kandilin ışığında yazmışlar. Kandilin ışığı yakmış, cayır cayır yakmış, hem yazanı hem okuyanı!
✔Alkatraz: San Francisco Körfezi'nde hapishanesiyle meşhur kayalık bir adadır.
Sinop Cezaevi'nin kapısından adım attığımızda bir soğukluk karşılar bizleri. Tarihe tanıklık ederiz. Bir iç çekeriz, gözlerde yaş, yüreklerde derin bir hüzün; eğer hisli biriyseniz baş ağrısı ile çıkmanız olası. Çünkü ben öyle oluyorum.
"Yoğun nem nedeniyle kibritin dahi yanmadığı anlatılan bu yapı, mahkûmlar üzerinde ağır fiziksel ve psikolojik etkiler bırakmıştır. Ünlü gezgin Evliya Çelebi, Seyahatnâmesi'nde burayı, 'Kuş bile uçurtmazlar', sözleriyle betimlemiştir. " (Duvardaki açıklamalardan aldım.)
Sonra diyorsunuz ki, keşke dünya temiz ve adil bir yer olsa ve cezaevleri olmamış, böyle bir tarihi mirasta kalmamış olsa.
İnsan neyin eksikliğini duyarsa onu dilermiş. Bütün dilekler sağlık ve özgürlük varsa anlamlıdır.
Bozkır Dağcılık ve Doğa Sporları Spor Kulübümüz ile Sinop Tarihi Cezaevi ziyaretinde bulunduk. Herkes, kendi payına düştüğü kadar bu hüzünden nasibini aldı.
Edebiyatın en mühim esin kaynağı olan, özellikle de tarihi ve dönem kitaplarının üzerine titrediği cezaevlerinden olan Sinop'um ve Sinop Tarihi Cezaevi hakkında ara ara yazacağım.
Şunu da söylemek istiyorum, Sinop Tarihi Cezaevi'nde en uzun yatan mahkûm Sabahattin Ali değildir; ancak en çok iz bırakandır.
Bana göre Sabahattin Ali'nin odasını aydınlatan ışık kalemiydi. Duvarlara vuran her dalga sesi kaleminden bir feryada, yakarışa, umuda dönüşüyordu. Dalga vuruyordu Sabahattin Ali yazıyordu.
Dalga vuruyordu Sabahattin Ali yazmaya devam ediyordu. Dalgalar canını acıtıyordu, belki ağlıyordu, ama yazıyordu....
Sinop Tarihi Cezaevi deyince özellikle Sabahattin Ali, Nazım Hikmet gelir aklımıza ve onlar kendilerinden öncekilerin de sesi olmak gibi bir misyonu gögüslemişlerdir.
"Her şeyi, her şeyi bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak bir yere saklamalı..." S. Ali, KMM
Keyifli okumalar dileyemeyeceğim bu sefer. Konudan sebep.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.