Dr. Hasan Kaya
YEREL SİYASİ ELİTLER
Türkiye’de yerel yönetimler, anayasal olarak demokratik katılımın ve halkın doğrudan iradesinin en görünür olduğu alanlardan biri olarak kabul edilir. Ancak uygulamada, belediye seçimleri yalnızca yurttaşların tercihleriyle değil, aynı zamanda ekonomik sermaye sahiplerinin belirleyici etkisiyle şekillenmektedir. Özellikle yerel düzeyde “siyasi elit” olarak tanımlanabilecek zengin iş insanları, ticaret erbapları ve sermaye çevreleri, seçim süreçlerinde adayların finansmanında kritik roller üstlenmekte ve bu durumu kârlı bir yatırım aracı olarak görmektedir.
Bu aktörlerin seçim sonrasında da geri planda kalmadığı görülür. Adayı fonlayan kesimler, çoğu zaman belediye meclis üyeliği, başkan yardımcılığı gibi pozisyonlarda yer alabilmekte ya da kendisine yakın isimleri oralara yerleştirmektedir. Bir diğer yol ise hiç görünür olmadan ihale avcılığı yapmak suretiyle kurumsal siyasetin içine yerleşmek şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Böylece yerel siyasetin gündemi, kentin ihtiyaçlarından ziyade belirli ekonomik çevrelerin çıkarları doğrultusunda şekillenme riskiyle karşı karşıya kalır. Bu durum, siyasetin “finansal bağımlılık” üzerinden yeniden üretildiğini, başka bir ifadeyle paranın siyasetin kaderini tayin etmesi riskini ortaya çıkarmaktadır.
Sosyoloji literatüründe bu tür ilişkiler “elit teorileri” kapsamında ele alınmaktadır. Pareto, Mosca ve Michels gibi klasik elit teorisyenleri, siyasetin daima belirli grupların çıkarları doğrultusunda şekillendiğini vurgular. Türkiye’nin yerel yönetim pratiğinde de benzer bir tablo mevcuttur: sermaye sahipleri, ekonomik güçlerini siyasal etki gücüne dönüştürmekte ve sonuçta her senaryoda kazançlı çıkan taraf konumunu sürdürmektedir. Bu da “parası olmayanın siyasete girememesi” gibi yapısal bir eşitsizliği doğurmaktadır.
Tarihsel açıdan bakıldığında bu durum, feodal dönemin kent yönetimlerine benzetilebilir. Ortaçağ Avrupası’nda burjuva sınıfı, kentsel yönetimlerde sürekli kazançlı çıkan aktörlerdi. Feodal beylerle kurdukları ilişkiler sayesinde siyasal güce ortak olmuş, ticari çıkarlarını güvence altına almışlardı. Bugünün yerel siyasi elitleri de benzer bir şekilde belediye kurumlarıyla simbiyotik bir ilişki geliştirmekte, siyasal karar alma süreçlerinden ekonomik fayda üretmektedir. Belediyelerdeki yolsuzluğun önemli bir kısmı bu aktörler eliyle gerçekleştirilmektedir.
Demokrasinin temel ilkelerinden biri, yurttaşların eşit koşullarda siyasete katılımıdır. Ancak ekonomik güç eşitsizliği, bu ilkenin işlevsiz kalmasına yol açmaktadır. Yerel siyasetin sermaye bağımlılığı üzerinden şekillenmesi, sadece temsil adaletini zedelemekle kalmaz; aynı zamanda kentlerin uzun vadeli kalkınma politikalarının da “elit çıkarlarına” göre dizayn edilmesi riskini barındırır. Dolayısıyla yerel siyasi elitlerin nüfuzu, Türkiye’de demokrasinin en kırılgan alanlarından biri olan belediyecilikte ciddi bir tartışma konusudur.
Bu durumun tek çıkar yolu vatandaş iradesinin lüks araçlı konvoylar yapan sermaye sahibi azınlıktan yana değil; rasyonel ve yapıcı projelerle ortaya çıkan kadrolardan yana olmasıdır. Duyduklarımıza her gün bir yenisi eklenen belediye yolsuzluklarının devamı gelmesin istiyorsak, zenginleşen azınlıkların küstahça semirmesini izlemek istemiyorsak, nitelikli yerel hizmetin çocuklarımızın geleceği için ne kadar önemli olduğunun farkındaysak siyasi tercihlerimizi rasyonel yapmak zorundayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.