Genel Başkanlar Demokrasisi

Türkiye’de siyaset, uzun süredir “lider merkezli” bir yapıya hapsolmuş durumda. Özellikle Siyasi Partiler Kanunu’nun tasarımı, partilerde demokratik işleyişten çok, merkezi otoritenin güçlenmesine hizmet etmektedir. Bugün birçok partide görülen manzara aslında basit bir döngüye dayanmaktadır: Genel başkan, teşkilatları belirlemekte; teşkilatlar delegeleri seçmekte; delegeler de kongrede genel başkanı seçmektedir. Yani genel başkanın belirlediği delegeler, genel başkanı seçiyor. Bu döngü, genel başkanların parti içinde neredeyse “yıkılmaz bir otorite” inşa etmelerine olanak tanımaktadır.

Parti içi demokrasinin zayıflığı, yalnızca hukuki bir sorun değil, aynı zamanda siyasal kültürün bir yansımasıdır. Türkiye’de siyaset, tarihsel olarak “güçlü lider” anlayışı üzerine inşa edilmiştir. Toplumsal bellekte otoriteye duyulan güven, çoğu zaman kurumsal yapıyı ikincil hale getirir. Böylece lider, yalnızca bir genel başkan değil, partinin “vazgeçilmez unsuru” haline gelir. Bu kültürel kod, yasal düzenlemelerle birleştiğinde ortaya yıkılmaz genel başkanlık rejimleri çıkar.

Bu tabloyu daha da pekiştiren unsur ise, aday belirleme süreçlerindeki merkezileşmedir. Yerel veya genel seçimlerde adaylar büyük ölçüde genel başkanın onayıyla belirlenmektedir. Dolayısıyla, halkın iradesinden önce genel başkanın iradesi belirleyici hale gelmiş durumdadır. Seçmen sandığa gittiğinde aslında genel başkanların şekillendirdiği aday listeleri arasından tercih yapmaktadır. Böyle bir yapıda, halkın demokratik tercihi görünürde korunur, fakat özünde sınırlandırılmıştır.

Bu durum genel başkana veya ona yakın olanlara yakın olma zorunluluğu doğuruyor ki işte oligarşik kadrolaşmanın başladığı ilk yer burası. Şayet potansiyelli bir aday genel başkan etrafında örülen bu oligarşik yapıya dahil olamaz ya da onların sempatisini (herhangi bir yolla) kazanamazsa aday olma şansı oldukça düşük kalabilmektedir. İşte bu duruma ve genel başkanın bu derece etkili olmasına "genel başkanlar demokrasisi" diyorum.

Genel başkana sadakatle yakın olmak, liyakatten daha etkili bir kriter haline gelmiş durumdadır. Eleştirel ya da bağımsız duruş sergileyen isimler ise sistemin dışına itilmekte, halkın desteğini almış olsa bile listelerde kendine yer bulamamaktadır. Bu noktada siyaset, topluma açık bir rekabet alanı olmaktan çıkmakta, dar bir kadronun kontrol ettiği bir tür iktidar paylaşım mekanizmasına dönüşmektedir.

Sonuçta ortaya çıkan tablo, demokratik görünümlü sarsılmaz bir genel başkanlık otoritesidir. Genel başkan, partinin hem yargıcı hem yürütücüsü haline gelir. Bu durum, yalnızca partiler içinde değil, ülke genelinde demokrasinin kalitesini düşürür. Çünkü partiler demokrasinin laboratuvarlarıdır; o laboratuvarlarda demokratik teamüller gelişmezse, ülke siyasetinde de gelişmez.

Gerçek demokrasi, yalnızca sandığa gitmekle değil, o sandığın içini dolduran süreçlerin şeffaf ve katılımcı olmasıyla mümkündür. Partilerin demokratikleşmediği bir ülkede devletin demokratikleşmesini beklemek ise naif bir iyimserlikten öteye geçmez. Türkiye’nin siyasal geleceği, genel başkanların değil, kurumların gücü üzerine inşa edilmedikçe “Genel Başkanlar Demokrasisi” sarmalı kırılmayacaktır.

Bu yazı toplam 1384 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dr. Hasan Kaya Arşivi

Nasıl Bir Belediyecilik?

05 Kasım 2025 Çarşamba 09:56

SEHİV SECDESİ

08 Ekim 2025 Çarşamba 10:02

Milli kimlik, milli bilinç

24 Eylül 2025 Çarşamba 10:37

YEREL SİYASİ ELİTLER

17 Eylül 2025 Çarşamba 10:48

SİYASETTEN MURAD

10 Eylül 2025 Çarşamba 10:56

LİDER FETİŞİZMİ

03 Eylül 2025 Çarşamba 13:11

POLİTİK GÜRÜLTÜ

27 Ağustos 2025 Çarşamba 11:00

“Türkiyeli”

20 Ağustos 2025 Çarşamba 12:02