“Türkiyeli”
Son günlerde kamuoyunu meşgul eden art niyetli suni bir gündem oluşturuldu. Esasında yıllardır ısıtılarak önümüze servis edilen bu ve benzeri tartışmaların ortak amacı Türk karşıtlığı. “Türkiyeli” ifadesinin de aynı amaçla aynı odaklar tarafından ileri sürüldüğünü bilsek de cevap vermeyi, yerimizi belli etmeyi, varlığımızla canlarını sıkmayı tarihsel bir sorumluluk görüyorum.
“Türkiyeli” ifadesi Türk kelimesinden rahatsızlık duyan çevrelerin dilinde dolaşıma sokulduğunda, ülkenin ortak kimliğini hedef alarak millet unsurunu coğrafi bir kabuğa indirger. Milleti tarihsel ve kültürel bağlarıyla görünmez kılar, manasızlaştırır. Bu tesadüf değildir. Kavram siyaseti, önce kelimeyi değiştirir sonra zihniyeti.
Kanaatimce “Türkiyeli” önerisi ayrılıkçı siyaset zemininde Türk adını etkisizleştirmeyi amaçlayan bir ara aşama olarak görülüyor. Nihai amaç açık: Millet kavramını gevşetmek, parçalı aidiyetleri makulleştirmek ve milleti coğrafi bir “nüfus toplamına” çevirmek. Bu, yalnızca teorik bir tartışma değil; pratikte ortak dilin, ortak sembollerin ve nihayetinde ortak duyguların erozyona uğraması demektir. Ayrılıkçılık, önce kelimeleri ayırır sonra yürekleri.
Bu kapsamda Anayasamızın çizdiği çerçeve nettir: Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes “Türk”tür. Bu cümle, “Türk” adını etnik bir kapsamdan ziyade bütünleştirici bir üst kimlik olarak tanımlar. “Türkiyeli” ise hukuken tanımlı bir statü değildir; coğrafyaya dayalı bir sıfat olmanın ötesine geçemez. Üst kimliği coğrafyaya indirgediğinizde, ulus-devlet temelinde ortak vatandaşlık şemsiyesini; hak, ödev ve kader birlikteliğini gölgelersiniz. Kelimenin gücü burada başlar: Köksüzleştirme ve nötrleştirme.
Öte yandan bir toplumun iç cephesi de en önce müşterek kimlikle kurulur. “Türk” adı; ortak tarih, dil, hukuk, hatıra ve ideal yekûnunun ismidir. İsminden sıyrılan topluluk, önce “ben”ini kaybeder, ardından “biz”ini bulamaz. Coğrafya bir zarf, millet ise mazrufa yazılan manadır. Bu topraklarda yaşayan herkes saygı, hak ve haysiyet bakımından eşittir; kökeni, dili, mezhebi ne olursa olsun. Ama bizi eşit ve kardeş kılan şey, “Türkiye” adlı bir ara coğrafyada tesadüfen yan yana gelişimiz değil; “Türk milleti” adıyla birleşmiş tarihsel ve hukukî çerçevemizdir. Ayrılıkçılığın türlü formları—etnik ya da mezhebi fark etmez—önce bu çerçeveyi hedef alır. Çünkü bilir ki çerçeve kırılırsa, tablo kendiliğinden dağılır.
Hülasa “Türkiyeli” söylemi masum bir coğrafya tanımlaması değildir; Türk milletinin ortak adını törpüleyen, kimliği haritaya hapseden bir siyasal mühendislik denemesidir. Kelimeyi değiştirerek zihniyeti dönüştürmek isteyenler, “Türk milleti”ni tarihsiz ve omurgasız bir nüfus toplamına indirgeme peşindedir. Bu, parçalayıcı bir çizginin ara durağıdır: önce ortak ad silikleşir, sonra ortak hatıra ve hukuk aşınır, en nihayetinde birlik iradesi gevşer. Bugün “Türkiyeli” ısrarı, ayrılıkçı siyasetin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz; bayrağın altındaki müşterek kimliği zayıflatır, kardeşliğin ortak lisanını dağıtır.
Bizim cevabımız açık ve nettir: Bu ülkenin adı Türkiye, milletin adı Türk milletidir. Anayasa gereği bu devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür. Bu üst kimlik kimseyi dışlamaz; tam tersine, farklı kökenleri eşit haysiyetle aynı çatı altında birleştirir. Ayrılıkçılığın etnik ya da ideolojik versiyonlarına karşı iç cepheyi sağlam tutmanın yolu, kelimede ve ilkesinde kararlı olmaktır. “Türk” adını budamaya kalkan her hamle, devletin bekasına ve toplumsal barışa kesilmiş bir faturadır; kabul etmeyiz, ettirmeyiz.