LİDER FETİŞİZMİ
Türkiye’de siyasetin en büyük açmazlarından biri, siyasi liderlerin etrafında örülen kutsallık halesidir. Liderlere koşulsuz sadakat, kurumsal yapının önüne geçmekte; bireylerin eleştirel aklı, bir veya birkaç kişinin iradesine ipotek edilmektedir. Sosyoloji literatüründe Max Weber’in “karizmatik otorite” olarak adlandırdığı bu olgu, demokrasiyi özümsememiş toplumlarda giderek bir lider fetişizmine dönüşmüştür.
Fetişizm, sıradan bir nesneye olağanüstü anlamlar yükleme eylemidir. Bugün siyaset sahnesinde gördüğümüz tablo tam da budur: Liderler, sıradan insanlar olmaktan çıkıp adeta kutsal bir mertebeye yerleştirilmektedir. Kararları sorgulanmaz, eleştirilmeleri günah sayılır, hataları dahi bir hikmete yorulur. Bu manzara, bir demokratik toplumdan çok, şeyh-mürid ilişkisine benzemektedir. “Şeyh uçmaz, mürid uçurur” dedikleri hadise tam da budur. Tarikatlarda iradelerini şeyhlerine teslim etmiş müridler, şeyhlerinin her sözünü hikmet sayar; siyasette ise bireyler iman ettikleri liderlerinin her kararını müthiş bir ön kabulle benimser. Bu durumun kültürel kökenleri üzerinde de düşünmek gerekir. Ortadoğu siyaset geleneğinde otorite, sorgusuz itaati meşru görür. Liderin yanılmazlığı, şeyhin tartışılmazlığıyla aynı kaynaktan beslenir.
Bu tarikatvari siyaset anlayışı siyasi aktörleri kutsiyet mertebesine yerleştirirken halk da kendi eliyle onların altında bir konuma düşmektedir. Küçük bir ilçenin belediye başkanı bile ara sıra göründüğü sokaklarda yanında ordusuyla gezmekte, ona yakın olmak ise büyük bir statü olarak görülmektedir. Demokratik anlayışla tamamen ters düşen bu durum, vatandaş eliyle vatandaşı siyasetçinin hikmetine muhtaç bir duruma düşürmektedir. Bugün en küçük bir siyasi aktör bile kendini halkın üzerinde bir güç olarak görme eğilimine kapılmış durumdadır.
Halkın kendi seçtiği hizmetkârına bu derece biat etmesini ve onda ulvi bir hikmet aramasını biraz da “siyasi putperestlik” ile ilişkilendiriyorum. Önce putu yukarda bir yere-bir makama kendi elimizle yerleştiriyoruz sonra da her fırsatta ondan kendimiz, çocuğumuz ya da yeğenimiz için iş, aş ve iaşe dileniyoruz. Kişisel taleplerimiz sebebiyle kendi kendimizi muhtaç ettiğimiz bu kişilere yönelik demokratik muhakeme imkanımız o kadar azalıyor ki hizmetine, projelerine, harcamalarına, faaliyetlerine bakmak aklımıza bile gelmiyor.
Unutmamak gerekir ki demokratik toplumlarda asli unsur halktır. Yönetenler ise halk tarafından seçilmiş, vekaleten geçici olarak yetkilendirilmiş kimselerdir. Böyle bir düzende temel mesele yönetenlerin yani siyasilerin halka bağlılıkla hizmet etmesi, onların beklentilerini karşılayabilmesidir. Kısacası siyasiler halkın maaşlı hizmetkârıdır. Lord Acton’ın söylediği gibi “Gerçek demokratik ilke, hiç kimsenin halkın üzerinde bir güce sahip olmaması demektir”. Türkiye, Ortadoğu tandanslı bu siyasi kültürden sıyrılarak siyasi aktörleri değil; aklı, hukuku ve kurumları öne çıkaran demokratik bilinç düzeyine erişmelidir. Sözlerimi ünlü şairimiz Abdurrahim Karakoç’un “Hikaye-i Farzımuhal” şiirinden kesitlerle bitirmek istiyorum:
Lideri dese ki; 'evladım Hayri
Dört ayak üstünde yürü sen gayri'
Hiç itiraz etmez, bu emre uyar
Lider ne söylese 'hikmet var' sayar
Takla atar, lider 'takla at' dese
Yatar her çamura 'hadi yat' dese
Lideri düşünür, Hayri düşünmez
Hayri liderlerinden ayrı düşünmez
'Keramet' hükmünü verir zırvaya
Emin adımlarla yürür zirveye
Lidere sarılan sarmaşık Hayri
Biraz bencil, biraz karmaşık Hayri…