Makbule Pekdoğan

Makbule Pekdoğan

Savaşın Arkasındaki Karanlık Eller

Savaşın Arkasındaki Karanlık Eller

Gökyüzünü dumanlar kaplamış, toprak kana bulanmış, çığlıklar arşa yükselirken, o kadim ve yürek burkan soru bir kez daha yankılanır: "Savaşı kimler ister?" Sıradan bir insan, evinde huzurla oturup yarınını düşleyen, sevdiklerine sarılan her birey, bu sorunun cevabını kendi vicdanında asla bulamaz. Zira savaş; doğası gereği yıkım, tarifsiz acı ve geri dönülmez kayıplarla eş anlamlıdır. Peki o halde, insanlığın bu lanetli yazgısını kimler çağırır, kimler bu korkunç dansın müziğini çalar, bizleri bu dipsiz kuyuya kimler iter?
Savaş, sanılanın aksine tek bir kişinin hevesinin, tek bir devletin arzusunun ürünü değildir. O, karmaşık bir çıkar ağının, karanlık hesapların ve zehirli ideolojilerin ustaca harmanlanmış, sinsi bir eseridir. Bu trajedinin perdesini araladığımızda ilk akla gelenler, şüphesiz siyasi liderler ve onların dar kadrolarıdır. Kimi zaman koltuklarını sağlamlaştırmak, iktidarlarını sarsan iç sorunları unutturmak adına dış düşman yaratma kurnazlığına başvururlar. Ekonomik buhranlar, toplumsal huzursuzluklar, sihirli bir değnekle dışarıya yöneltilir; böylece halkın dikkati kendi sorunlarından uzaklaştırılarak, tek bir düşmana odaklanılması sağlanır. Güç ve etki alanı genişletme arzusu ise, tarih boyunca nice kralları, imparatorları ve modern zamanların liderlerini savaşın o uğursuz eşiğine sürüklemiştir. Ne de olsa, tarihe altın harflerle geçme, miras bırakma tutkusu, bazen milyonların hayatına mal olabilir.
Ancak sahnenin görünmeyen, belki de en acımasız oyuncuları vardır: Silah tüccarları ve savaş ekonomisinin beslediği devasa endüstriler. Kan ve gözyaşı, onlar için dolar yeşili yapraklara, bitmek bilmez bir zenginliğe dönüşür. Her patlayan bomba, her ateşlenen mermi, her dağılan şehir, onların kasasına akan paranın uğultusuyla eşleşir. Savaş biterse ne olur? Fabrikaların çarkları durur, devasa bütçeler kısılır, kâr marjları düşer. Bu yüzden barış, onlar için bir kabustur; adeta en büyük ticari rakipleri gibidir. Lobileri, medya manipülasyonları ve karanlık ilişkiler ağıyla çatışma potansiyeli taşıyan her kıvılcımı alevlendirmekten asla çekinmezler. Ne de olsa, savaş sonrası yeniden yapılanma da ayrı bir rant kapısıdır, yıkılanı yeniden inşa etmek de büyük paralar demektir.
Ekonomik çıkarlar, savaşın bir başka tetikleyicisi, adeta sessiz bir katilidir. Petrol, doğal gaz, mineraller… Dünya haritasındaki her bir stratejik kaynak, potansiyel bir çatışma alanına dönüşebilir. Ticaret yolları üzerindeki kontrol, yeni pazarların ele geçirilmesi, zayıflatılması gereken rakipler… Tüm bunlar, uluslararası ilişkilerde kılıçların çekilmesine neden olabilen sessiz ama güçlü motivasyonlardır. Ülkeler, bazen doğrudan değil ama vekalet savaşları üzerinden bu kaynakların kontrolünü ele geçirme mücadelesine girerken, masum canlar toprağa düşer. Ve elbette, zehirli ideolojiler, ırkçı söylemlerin kışkırtıcılığı… Bu akımlar, insanları "öteki"ne karşı doldurur, nefret tohumları eker ve sonunda büyük çatışmalara zemin hazırlar. Kendi inançlarını, kendi kültürlerini, kendi uluslarını üstün görenler, barış içinde bir arada yaşama fikrini reddeder ve çoğu zaman bunu silah zoruyla dayatmaya çalışırlar. İnsanları din, dil, ırk gibi ayrıştırıcı etkenlerle bölerek manipüle etmek, savaş çığırtkanlarının en sevdiği yöntemdir.
Peki ya biz? Sıradan insanlar, halklar? Biz savaşı ister miyiz? Asla. Bizler, kaybettiklerimizle, yıkılan yuvalarımızla, parçalanan hayatlarımızla geriye kalanlarız. Her bir can pazarı, annelerin gözyaşları, çocukların yetim kalmış bakışları, bizim savaş istemediğimizin en acı delilidir. Ne var ki, bazen öyle bir noktaya gelinir ki, halklar da can havliyle, özgürlükleri ve varoluşları için savaşa tutunmak zorunda kalırlar. Bu, bir istekten çok, bir zorunluluk, bir varoluş mücadelesi, son bir çığlıktır.
Savaşın gölgesi üzerimize düşerken, bu karanlık elleri görmek, onları teşhir etmek ve barışın sesini daha gür duyurmak, hepimizin ortak sorumluluğudur. Çünkü savaş, yalnızca ölenlerin değil, hayatta kalanların da ruhunda açtığı derin yaralarla sonsuza dek süren bir acıdır. Ve unutmayalım ki, bu acının tohumlarını ekenler, her zaman kâr hesapları yapan karanlık odalardaki o soğuk akıllardır. Bir sonraki yazımda buluşmak ümidiyle hoşca ve mutlu kalın.

Bu yazı toplam 2540 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Makbule Pekdoğan Arşivi