Kırmızı Bisiklet.
Hayatımızdaki her bir parça, sıradan bir eşyadan çok daha fazlasıdır; onlar, kaybettiğimiz zamanların, ardımızda bıraktığımız benliklerimizin sessiz fısıltılarıdır. Tıpkı kasabanın tozlu yollarında salınan o kırmızı bisiklet gibi…
Kasabanın her bir köşesini ezbere bilen, rüzgarla dans eden saçları ve gözlerindeki hiç sönmeyen merakla Elif, o bisikletin üzerinde özgürlüğün, sınırsızlığın ve keşfin timsaliydi. Her pedal çevirişinde, o tozlu yollar sadece bir güzergah değil, aynı zamanda sonsuz maceralara açılan kapılar, annesinin taze börek kokusuyla karışan baba masallarının canlandığı düş bahçeleriydi. Kırmızı bisiklet, Elif için bir araçtan öte, çocukluğunun, o kaygısız, saf zamanlarının somut bir ifadesiydi. Her bir çiziği, her bir pas lekesi, yaşanmış bir anın, atılmış bir kahkahanın ya da dökülmüş bir gözyaşının izini taşırdı.
Fakat hayat, bildiğimiz tüm rotaları ansızın değiştirebilen, beklenmedik dönemeçlerle doludur. Babasının şehirdeki yeni işi, Elif’i ve kırmızı bisikletini, kasabanın sıcak kucağından, gökyüzünün bile grileştiği, beton yığınlarıyla dolu, kalabalık ve anonim bir şehre sürükledi. İlk başlarda bu değişime direndi Elif. Şehrin gürültüsü, o tanıdık kasaba kokusunu silip atmış gibiydi. Kırmızı bisiklet ise, yeni hayatının daracık bodrumunda, eski bir battaniyenin altında, unutulmuş bir hayal gibi sessizce, tozlar içinde bekliyordu. Artık ne pedallanacak tozlu yollar vardı ne de rüzgarda uçuşan saçlarla hissedilecek o özgürlük. Şehir, zamanla Elif’i kendi ritmine uydurdu; modern, hızlı, belki biraz da yorgun bir yetişkin oldu o. Kasaba ise zihninde, silikleşmiş, tozlu bir fotoğraf gibi, giderek uzaklaşan bir hatıraya dönüştü.
Yıllar, Elif’i çocukluğundan, o kırmızı bisikletten ve kasabanın masumiyetinden uzaklaştırmış gibiydi. Ta ki o güne kadar… Annesinin eski eşyalarını düzenlemek için gittiği babadan kalma evin bodrumunda, battaniyenin altından uzanan tekerleği gördü. Tozlar içinde, paslanmış zincirleriyle ama hâlâ o capcanlı rengiyle kırmızı bisiklet orada duruyordu. Onu gün ışığına çıkardığında, paslı zincirlerin gıcırtısı yılların ağırlığını taşır gibiydi. Ama Elif, o an sadece pasın keskin kokusunu değil, çocukluğunun, o tozlu yolların ve sınırsız hayallerin taze kokusunu da derinden hissetti.
O an, şehrin tüm gürültüsü bir anda sustu, beton duvarlar eridi ve zihninde o eski kasabanın yolları, yeşil tarlalar, gülen yüzler canlandı. Kırmızı bisiklet, ona unuttuğu, belki de bastırdığı bir gerçeği fısıldadı: Hayatın bizi sürüklediği yeni yollar ne kadar farklı olursa olsun, bazı anılar, bazı duygular ve bazı semboller bizi özümüze geri döndürebilir. Biz, yolculuğumuzda bazen kendimizi kaybederiz. Hız, hırs ve modern hayatın dayatmaları arasında, kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi, bizi biz yapan o küçük detayları unutuveririz. Ama işte tam da o anda, karşımıza çıkan paslı bir bisiklet, eski bir fotoğraf ya da tanıdık bir koku, bize kaybolduğunu sandığımız o parçayı, o masumiyeti, o özgürlüğü yeniden bulma şansı verir.
Belki de asıl yolculuk, yeni rotalar çizmekten çok, kaybolduğunu sandığımız o ilk adımları, ilk tebessümleri, ilk heyecanları yeniden hatırlamaktır. Ve evet, her birimizin bir köşede, tozlar içinde kalmış, bizi biz yapan, yeniden keşfedilmeyi bekleyen o kırmızı bisiketi ya da başka bir hatırası vardır. Bir çocukluk oyuncağı, bir eski mektup, annemizin bahçesinden gelen o tanıdık koku… Bu hatıralar bizi sadece geçmişe götürmekle kalmaz, aynı zamanda bugünkü benliğimizi anlamamız için de birer anahtar görevi görür.
Peki, sizin kırmızı bisikletiniz ya da size ait o özel hatıra nerede? Onu bulmak ve yeniden keşfetmek için bir adım atmaya ne dersiniz? Bir sonrakı yazımda buluşmak ümidiyle hoşca ve mutlu kalın…….
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.