Makbule Pekdoğan

Makbule Pekdoğan

İçimizdeki Çocuk

İçimizdeki Çocuk

Hayatın koşturmacası içinde çoğu zaman susturduğumuz, görmezden geldiğimiz o küçük, kırılgan bir ses var içimizde. Oysa o minik yürek, varoluşumuzun en saf halini barındırır. Hayatın ilk fısıltılarını, ilk hayal kırıklıklarını, ilk tarifsiz sevinçlerini o taşımıştır. Onu yok saymak, geçmişin gölgelerini üzerimizde taşımak demektir. O gölgeler ki, yetişkinliğimizin en aydınlık anlarını bile ansızın karartabilir.

İçimizdeki çocuğun sesi duyulmadıkça, yaralarımız kanamaya devam eder. Üzerleri belki geçici bir kabuk bağlar gibi olur, ama en beklenmedik bir anda, en ufak bir dokunuşla yeniden açılırlar. İşte o zaman, kendimize karşı en acımasız eleştirilerin sahibi oluruz. Aynaya baktığımızda gördüğümüz yüz, ne kadar çabalarsak çabalayalım bir türlü yeterli gelmez. İçimizde kemiren o tanıdık yetersizlik hissi, aslında o küçük kalbin derinlerden fısıldayan çaresizliğidir: "Ben sevilmeye layık mıyım?"

Bu susturulmuş çığlık, yetişkin hayatımızda kendini farklı şekillerde gösterir. Sağlıksız ilişkiler kurarız, çünkü o minik benliğimiz, sevginin ve kabulün neye benzediğini tam olarak öğrenememiştir. Öfke patlamaları, bastırılmış hayal kırıklıklarının, dile getirilememiş haksızlıkların içimizde biriken lav gibi dışa vurumudur. Kaygı, o küçük çocuğun güvende hissetmemesinin, dünyanın tehlikeli bir yer olduğuna dair derinlere işlemiş inancının yankısıdır. Ve depresyon... Ah, o derin, karanlık kuyu, içimizdeki neşenin, oyunun, merakın acımasızca susturulmasının en hazin sonucudur.

Ancak umut vardır. İyileşme yolculuğu, işte tam da bu sessiz çığlığın yankısını kalbimizde hissetmekle başlar. O küçük ele uzanmak, onun gözlerinin içine sevgiyle bakmak, onunla derin bir empati kurmak... Onun yaşadığı o zorlu zamanları anlamaya çalışmak, o minik kalbin ne kadar incindiğini fark etmek... Bu, geçmişin acılarını yeniden yaşamak değil, aksine, o dönemin duygularına şefkatle yaklaşmaktır. O minik bedenin titreyişini, o gözyaşlarının sıcaklığını, o çaresiz fısıltıları sevgiyle kucaklamaktır.

O geçmişteki küçük bize şefkatle dokunduğumuzda, o zamanın duygularını yargılamadan, suçlamadan kabul ettiğimizde, işte o an bir mucize gerçekleşir. O eski yaraların üzerine sevgiyle bir merhem sürülür. Kabuklar yavaş yavaş yumuşar, altındaki taze ten nefes almaya başlar. İçimizdeki çocuk iyileştikçe, biz de iyileşiriz. Kendimize karşı daha nazik oluruz, ilişkilerimizde daha sağlıklı sınırlar çizeriz, öfkemiz diner, kaygılarımız azalır ve içimizdeki o neşeli, meraklı çocuk yeniden kahkahalarla gülmeye başlar.

Unutmayın, içimizdeki çocuk asla kaybolmaz. Sadece bazen sesi kısılır, bazen de biz o sesi duymayı reddederiz. İyileşmek, o minik kalbin sesine kulak vermek, onun ihtiyaçlarını sevgiyle karşılamak ve ona "Artık güvendesin" demektir. İşte o zaman, yetişkin hayatımızın karmaşık yollarında daha sağlam adımlarla yürüyebilir, içimizdeki o sonsuz potansiyeli özgür bırakabiliriz. Çünkü iyileşmiş bir iç çocuk, iyileşmiş bir yetişkin demektir. Ve iyileşmiş bir yetişkin, hayatın tüm güzelliklerini kucaklamaya, coşkuyla yaşamaya hazırdır. O saklı hazineye sahip çıkın, onun fısıltılarına kulak verin. İyileşme işte tam oradan başlayacak.

Bu yazı toplam 4800 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Makbule Pekdoğan Arşivi