Ahmet Polat
Diyanet ve Din Görevlileri
Son günlerde, gerek sosyal medyada, (Şanlıurfa Dergâh Cami’de yaşanan olay gibi) gerekse günlük hayatta gündemi mütemadiyen meşgul eden bir soru var: “Din adamları, dinin emirlerini neden (doğru dürüst) anlatmıyor, bu din sadece zenginlere mi indi de fakirlere sürekli sabrı ve kaderi telkin ediyor?”
Gündemi meşgul eden bu zor mevzuyu kaleme alıp almama konusunda epeyce tereddütte kaldık. Zira öyle tek zaviyeden bakılacak bir mesele olmadığından “meramımızı tam ifade edebilir miyiz?” endişesi, içimizi kemiriyordu. Aslında mesele Raşit Halifeler Dönemine kadar da gidiyor. Ama biz, konuyu, kendi zamanımızla sınırlandırıp birkaç farklı açıdan değerlendirerek meseleyi özetlemeye çalışacağız. Böylece vazifemizi yerine getirmenin vicdani huzuruna kavuşuruz. Öyleyse haydi buyrun…
- Türkiye Cumhuriyeti’nde, din hizmetlerinde istihdam edilmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı 150.000 civarı farklı unvan ve kadrolarda personel mevcuttur. Bu rakamın üzerine çeşitli cemaat cemaat, dernek, vakıf vd. gruplardaki hocaları eklediğimizde, sayı 200.000 (iki yüz bin) bandına çıkmaktadır. Hiç şüphesiz her bir hoca, gençlerimize dini anlatırken veya irşâdî faaliyetlerde, münferiden veya küçük gruplara hitap ederken; “içki, kumar, faiz, zina, LGBT diye isimlendirilen eşcinsellik ve türevleri, hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk, yetim malı yeme, israf, kamu malına zarar verme, gasp, haksız kazanç, ihtikar, borsada manipülasyonla para kazanma, gıybet, kötü zanda bulunma, iftira atma, yalan söyleme, ırkçılık ve kin gütme gibi” dinin haram kıldığı fiilleri anlatmıştır, anlatıyordur ve anlatmaya da devam edecektir. Kısaca, Yüce Allah’ın haram kıldığını kimse helal addedemez, aynı şekilde helal kıldığını da haram kılamaz. Ancak bu meselede, bizim dikkatlerden kaçırdığımız bazı hususlar vardır ki, maddeler halinde izah edelim.
a) Diyanet İşleri Başkanlığı, devletimizin güzide kurumları arasında yer alması itibariyle devlet terbiyesi ve vakarına yaraşır bir tavır sergilemek zorundadır. Diğer ifadeyle, günlük siyasi çekişmelerin/polemiklerin içinde yer almamayı ilke edinerek devletimizin, kurumlarda mücessem hâle geldiği mehabetini koruma gayesindedir. Dolayısıyla sosyal medya, ulusal ve yerel basında çeşitli haberlerden yola çıkılarak dinen suç sayılan fiille ilgili strateji belirlemez, basına demeç vermez, sağa sola laf yetiştirmeye çalışmaz. Hattı zatında kurum içinde, bir plan-program dâhilinde, din hizmetlerinin icrası ile ilgili Genel Müdürlükler ve altında Daire Başkanlıkları mesai harcamaktadır.
b) Adedi 3 milyona yaklaşan memurumuz var. Vazifesini en iyi yapanların başında da din görevlileri gelmektedir. İfademizi somutlaştırmak gerekirse, hâli hazırda Ankara Valisi Vasip ŞAHİN; (galiba) 04.12.2021 tarihinde İl Müftüleri İstişare Toplantısı açılış konuşmasında söz alarak, “uzun yıllar kamu idarecilik hayatı boyunca, maiyetindeki kurum amirleri içerisinde en özverili çalışanların Müftüler olduğunu” dile getirmiştir. 81 Vali ile 922 Kaymakama, “hangi memur kesimi görevini en iyi yapar?” sorusu yöneltildiğinde, %80 civarında “din görevlileri” cevabı gelir. (Burada, görevini en iyi şekilde yapmaya çalışan diğer memurlarımızı da tenzih eder, saygılarımızı sunarız.)
c) Dini tebliğ noktasında görevini yapmayan veya yapamayıp farklı gayeler peşinde koşan hocalar/menfaatperestler elbette vardır. Bunların mevcudiyeti normaldir. Nitekim önceki ümmetler içerisinde de görevlerini yerine getirmeyen bazı din adamları yaşamıştır ki, Kur’an-ı Kerim’de zemmedilmektedir. Ayetlerde belirtildiği üzere onların, ahirette hesabı şüphesiz çetin geçecektir.
d) Müftülükler, din görevlilerine yönelik aylık mutat toplantılar düzenler. Önceden belirlenen gündem maddeleri, üst makamlardan gelen yazıların tebliği, sahadaki personelin moral ve motivasyonuyla ilgili konuşmalardan sonra “irşâdî faaliyetlerde aktif rol almaları, toplumun problemlerine karşı sorumluluk üstlenmeleri, gençler, engelli bireyler, ailenin korunması, zararlı alışkanlıklarla mücadele, muhtaç kimselerin tespiti gibi toplumun bütün katmanlarına yönelik kucaklayıcı hizmetlerde bulunmaları” tavsiye edilmektedir.
- Bilindiği üzere devletimizin bir Anayasası vardır. Diyanet İşleri Başkanlığı da Anayasa’nın 136. Maddesinden hareketle, var gücüyle görevini yerine getirmeye çalışmaktadır. Madde-136: “Genel İdare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”
a) DİB; 1923-1950 Tek Parti Dönemi, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 dönemlerinde nasıl uyum içerisinde devletin bir kurumu gibi hareket etmişse şimdi de aynı uyumu gösterme çabası içerisindedir ki, bu tabidir. Zira DİB personelinin neredeyse tamamı 657’ye tabidir. Yukarıda saydığımız dönemlerde de Diyanet eleştiriliyordu, hattâ Diyanet İşleri Başkanının odası basılıp silah çekilen veya Mecliste, işittiği ağır hakaretlerden sonra kalp krizinden vefat eden Başkan var.
b) Anayasal çerçeveden hareketle, DİB’in meşrû hükümete yön verme, hükümetin; günlük siyasetini belirleme, yanlışlarını düzeltme gibi bir sorumluluğu yoktur. Zira sistem (Anayasa) buna el vermemektedir. Dost ortamında, Müftü; Vali veya Kaymakam’a dini anlatma konusunda ketum davranmayacaklarını da belirtmek gerekir.
c) DİB’in en yüksek karar alma organı Din İşleri Yüksek Kurulu da dini hassasiyeti göz önünde bulunduran inançlı vatandaşlarımızın; durumlarına ve o anki pozisyonlarına göre fetva vermekle mükelleftir. Fetva hizmetleri de dinin sabiteleri doğrultusundadır.
- Ülkemizde din hizmeti vermeye çalışan her bir hoca, şüphesiz bu toplumun içerisinden çıkmıştır: Kimimizin komşusu, kimimizin akrabası, kimimizin de köylüsüdür. Bizler hocaları beğenmeyebilir hatta eleştirebiliriz. Oysa hocalar da bu toplumun ortalamasıdır. Kısacası hocalar, başka yerden gelmediler. Şu hâlde, “biz nerede yanlış yaptık?” diye önce kendimizi eleştirmeliyiz.
- Meseleye bir de şu çerçeveden bakalım: Bizler milletçe, en zeki ve istikbal vaat eden yavrularımızı; dünyalık getirisi yüksek olan ve popüler mesleklere yönlendirirken, zekâ seviyesi sınırlı veya bir şekilde okuyamayan evlatlarımızı da “bari İmam-Hatip olsun” diyerek -aslında- kendi tercihlerimizin kurbanı oluyoruz. Soruyu tersinden soracak olursak; çocuklarımızı, konservatuar yerine “güzel ezanımızı güzel okuması için” kıraat ve musiki eğitimine göndersek; ahlaklı, erdemli, aynı zamanda dâhî çocuklarımızı dînî (ilahiyat) ve (fen ve sosyal bilimleri gibi) dünyevî ilimlerde yetiştirsek acaba serzenişlerimiz devam eder miydi?
Toparlamak gerekirse, iki yüz bini bulan din hizmetkârları içerisinde, milli ve manevi değerlerin aktarılması adına takdire şayan gayret gösterenlerin fazlalığı görüldüğü/ hissedildiği gibi, sorumluluğunun farkına varamayan bedbahtların da bulunduğu vakıadır. İnşallah meramımızı anlatabilmişizdir.
Allah’ım Filistin, Suriye ve Yemen gibi mazlum coğrafyalardaki masum canlar hatırına bu ümmete güç ve şuur nasip eyle. Âmîn.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.