Yarın Benim Doğum Günüm! (1)
Tez çalışmasında kızıma verilen soru: “Anneanne, babaanne, dede, anne baba vb aile büyüklerinizin ve sizin kuşağınızdan (sizden önceki iki kuşak ve sizin kuşağınız olmak üzere) oyun ve oyuncaklar hakkında bilgi derleyiniz. Bu oyun kuralları, oynayış şekli veya oyuncaklar ile bu oyuncakların yapılış şekli hakkında detaylı bilgileri derleyiniz.”
68 yaşındaki babama; “Çocukluğundaki oyunları ve oyuncakları, onların kuralları, oynanış şekli ve oyuncakların yapılış şekilleri hakkında detaylı bilgi vermesini “ sordum.
Kendisinin doğum gününde yazdığı köşe yazısını okuduğumda, hatırladığı oyunların ve oyuncakların bizlere faydalı olacağını düşündüğünü, kendisinin çoğu oyunları erkek arkadaşları ile oynadığı için, makalesindeki oyunların daha çok erkek çocuklarının oynadığı oyunlar olduğunu belirtti. Bazı oyunlar kızlarla da oynanıyordu.
* * * * *
Yarın geliyor ve ben yeni bir yıla merhaba diyeceğim. Biraz daha yaşlanacağım.
Ne kadar büyürsem büyüyeyim, içimdeki çocuğun var olmasıdır. İnsanı mutlu tutan tek şey de budur sanırım. Yoksa bu yaşa kadar yaşamak güç gelirdi insana…
Oğuz Abadan’ın bir şiiri ile başlamak istiyorum;
Yarın benim doğum günüm!
yarın yeni bir yaşa yelken açacağım
yarın benim doğum günüm
bilmem kaç kezinci seni-i devriyesi hayatımın
oysa dünya ne kadar az döndü ve
ben ne çok yaşadım
yirmisekiz ekim benim doğum günüm
ve yarın yirmisekiz ekim
ve ben kendimi yineleyeceğim…
Yarın benim doğum günüm!
Bu yaştan sonra, gelişen çağa bizde ayak uydurmaya çalışacağız. Biz doğum günü nedir bilmezdik. Bilmesen de, bileceksin ve öğreneceksin. Bilmemek değil öğrenmemek ayıptır değil mi! Sen istemesen de, çocuklar bizi bu işe uydurmaya çalışıyorlar, bizim paramızla bize hediye alıyorlar, pasta yaptırıyorlar, annelerini de arkalarına alıyorlar, hadi isteme! Karşı çıkınca da, uyumsuz, geçimsiz oluyor adın. Siz de; İyide kardeşim bize ne senin doğum gününden diyebilirsiniz, alınmamda, üzülmemde! Fakat kim ne derse desin, ben yarın kendi kendime de olsa doğum günümü kutlayacağım.
Babam her zaman söylerdi;” Doğumundan bir gün sonra Cumhuriyet bayramıydı“diye!
Geçen gün bir arkadaş Whatsapp’tan “Mazide ki güzel günlere dair” diye bir yazı paylaşmıştı. Eski günlere daldım gittim biran…
Doğup büyüdüğüm Kayseri’den, bugüne kadar geçen yaşamımdan, hatırlayabildiğim kısa kesitlerle yazıma başlamak istiyorum.
Yıllar öncesinde, hastane, bazı okullar ve birkaç resmi binanın dışında çok katlı bina yoktu. Genelde tek ve iki katlı binalar daha yaygındı. Bizde memur evleri denilen tek katlı bahçeli evlerin yakınında bulunan gecekonduların bulunduğu mahallede yaşardık. Ben bu evde doğmuşum. Sokaktan evimize girişte sağda kömürlük, solda yine kömürlük ve onun yanında tuvalet. Avlu dediğimiz ikinci bölümden evimize giriş vardı. Giriş hem oturma hem mutfak, hem de misafir odası, yani çok yönlü küçük hol. Kuzine sobası buradaydı. Sağdaki oda benim, ablamın, ağabeyimin ve kız kardeşimin yatak odasıydı. Sol tarafta annemle babamın yatak odasıydı.
Gecekondu evimizin önündeki geniş çayır alanda mahalle arkadaşlarımla “Met “oynardık.”(Çelik Çomak). “Bilye “(Misket), Güvercin taklası, Beş taş, Yakar top, Seksek, Köşe kapmaca, Birdirbir, Uzun Eşek, İp atlama, Kör ebe, Saklambaç, İs top, Yakan top aklıma gelen bazılarını kız arkadaşlarla oynadığımız oyunlarımızdı. Kendi kendimize yaptığımız telden araba ve gazete kağıdından yaptığımız uçurtma kendi imalatımızdı. Çoğu arkadaşlarım Kuş Lastiğini (Sapan) çok severlerdi, kuş avlamak için. Hiç sevmediğim ilkel oyuncak silahtı.
Şehir içinde ulaşım aracı genelde, şimdi turisttik yerlerde bulunan faytonlarla olurdu. Faytonlarla mahalleye gelen birisi olunca biz mahallenin çocukları, faytonun arkasına asılır bir müddet onunla birlikte asılarak giderdik. Arabacı fark ederse uzun kırbacını arkaya sallar, inmemizi sağlardı, bazen inerken yere kapaklanır, ağzımız burnumuz kan revan içinde kalırdı, yine de yılmazdık. “Cahil cesur olur” derler. Çocukluğumuzda yaptıklarımızı düşünüyorum da, kendi kendime hayret ediyorum. Çocukluk işte, bizlerde hep bir ağızdan “Arabacı emmi, kedi boku yen mi!.”diye bağırır gülüşürdük.
Mahalleli kadınlar, annem de dahil ekmek için hamur yoğururlardı. Onu birlikte mahallenin fırınına veya bazen biz çocuklar götürürdük. Fırında sıramızı bekler, yapılan uzun ekmekleri, hamuru götürdüğümüz bakır leğenlere (Bakır Kalaylı Kazan) koyarak evin yolunu tutardık. Yolda karşılaştığımız komşu veya tanıdıklara ikram ederdik. Genelde şimdiki mahalle simitçileri gibi bakır kazan kafanın üstünde taşınırdı.
Hangi birinden bahsedeyim bilmem ki!
Şimdi ki durumlara bakınca hayretler içinde kalıyor insan. Buzdolabı yoktu. Terekli tel dolap herkesin buzdolabıydı. Buz ihtiyacı da arada bir satılan kalıp buzlarla karşılanırdı. Biz çocukların bakkaldan aldıkları, kürdan gibi çöpün üstünde yuvarlak çeker. Ben ona somuruk şeker derim. Birde elmalı şekerdi. Diğer çeşitli yiyeceğimizde, bisküvi arasına lokum koyarak yediğimiz güzel çeşitti. Şimdiki gençler ve çocuklara bu yazı bir anlam teşkil etmez biliyorum da, yine de biz yaşlardakilerin anıları belki canlanır.
İlkokula gitmeme bir yıl kalmıştı, fakat benim sabrım yoktu. Mahallemizdeki arkadaşlarla, yakınımızdaki mahallenin barakadan yapılmış sınıflarının bulunduğu okulun bahçe duvarına çıkar, teneffüse çıkan öğrencileri hayran hayran seyrederdik. Bir defasında yine duvara çıkıp, teneffüse çıkan öğrencileri seyrederken, okulun hademesinin öfkeyle bize doğru geldiğini, kızgın şekilde bağırmasıyla birlikte, heyecan ve korkuyla duvardan aşağı atlarken başımın bir taşa çarptığını hatırlıyorum. Kanlar içinde eve gitmiştim. Ailemin elimden tutup, kan revan içindeki halimle okulun Müdürüne gidişimizi ve okul müdürünün şefkatli ilgisi karşısında okula olan sevgim ve özlemim daha da artmıştı. Okul Müdürünü o zaman Atatürk’e benzetmiştim. Okulun hademesini de bu olaydan dolayı görevden uzaklaştırmışlardı. Alnımdaki yara izi kalıcı olmuştu. Benim Künyem olmuştu. Bir yıl sonra barakalardan yapılmış ilkokuluma başlamıştım. Sınıfın ortasında soba kurulu, olup, sanırım Amerika’dan geldiği söylenen süt tozundan yapılmış süt ile poğaça verirlerdi, onu da sobanın sıcaklığına yakınlaşarak yer, içerdik. Bizim beslenmemiz oydu. O zaman süt tozu verenler herhalde şimdi de organik süt verirler sanırım. Ağalık kolay mı! Onlar bizim ağamız!
Elektriğimiz yoktu o yıllarda, gaz lambası ve mum ışık araçlarımızdı. Durumu iyi olanlarda Lüküs lambası, daha sonrada küçük tüpün üzerine yerleştirilen aparat daha da gelişmiş aydınlanma araçlarımızdı. Fakat biz uzun süre gaz lambasından Lüküs Lambasına terfi edememiştik. Evlerde su yoktu. Suyu da, mahallenin çeşmesinden özellikle annelerimiz ve ablalarımız kova ve helkelerle taşırdı. Çünkü babalar işte olurdu veya işten dönmüş uyur olurlardı. O suyla çamaşır, banyo, yemek, kısacası tüm su ihtiyacı o getirilen sularla karşılanırdı.
Kışın gelmesini, kar ve yağmur yağmasını hiç istemezdik, çünkü kar yağdığında evimizin toprak olan damının kürenmesi, sonrası da “loğ” taşı dediğimiz silindirle damın toprağı üzerinde sürülmesi gerekliydi ki; toprak sıkışsın eriyen kar suları ve yağmur suları odalara akmasın diye, o işte genelde biz çocuklara düşerdi. Fakat yine de akardı odalarımıza, kardeşlerimizle yattığımız oda yağmur zamanı kap-kacakla dolardı akan yağmur damlalarını karşılamak üzere.
Okulumuz sabah ve öğleden sonra olmak üzere çift öğrenimliydi. Ben genelde sabah öğrenime giderdim ve sabahçı olmayı hep isterdim. Öğleden sonra üç bölmeye ayırmış olduğum tahta lokum kutusunda çekirdek sattığımı hatırlamaya başladım. Biz çekirdeğe “Şemşamer” diyorduk. Sonradan öğrendiklerimle “güne bakan”, “Ayçiçeği”, Üniversite yıllarında öğrendiğim” Çiğdem”
Çekirdeği alır, tavada kavurur, bir kısmını da tuzlar üç çeşit olarak küçük çay bardağı ile satardım. “Tuzlu kavruk” Tuzlu kavruk” diye cılız sesimle bağırırdım…
Devam edecek…
Gaz Lambası
* * *
Lüküs Lambası
* * *
ÇELİK ÇOMAK: Küçükken deliler gibi oynadığımız, zevkli gelse de aslında tehlikeli olan oyun. Uzun bir sopa ve kısa bir çomak ile oynanır. Uzun sopayla kısa çomağa vuruş yaparak, kısa çomağı olabildiğince uzak bir noktaya atmayı amaçlar.
* * *
BİLYE : Genellikle camdan imal edilmiş, çeşitli renklerde olabilen oyuncak.
* * *
TOPAÇ : Çevresine ip sarılıp birden bırakılarak veya kamçı ile vurularak döndürülen koni biçiminde ucu sivri genelde tahtadan yapılmış oyuncak.
* * *
SAPAN : Çatal bir dal parçasından yapılmış, uçlarına lastik bağlanarak, taş atılan ilkel bir silah. İnsanlara ve hayvanlara zarar veren, evlerin, arabaların camlarını kırmakta kullanılan alet.
* * *
LOĞ TAŞI (Yuvarlak taş): toprak damlarda, yollarda toprağı ezmek için kullanılan taş silindir. Anadolu köylerinde, toprak damlı evlerin çatısı üzerindeki toprağın sıkılaştırılmasında kullanılan bir tür baskı aracıdır.
* * *
GÜVERCİN TAKLASI OYUNU: Dörder kişilik iki takım ile oynanır. Ebe takımından iki kişi birbirlerine arkaları dönük olarak dururken diğer ikisinden biri ön tarafa diğeri arka tarafa olmak üzere kafalarını ayakta duran arkadaşlarının bacaklarının arasına sokarlar. Diğer takımın oyuncuları önde yarı yatık duran oyuncunun sırtına ellerini koyarak, ayakta duran bellerini aralamış oyuncuların arasından takla atarak arkadaki oyuncunun üzerinden yere inerler. Yatan ve ayakta duran oyuncular atlama yapan oyuncuları engelleyici harekette bulunamazlar. Bulunurlarsa atlayış tekrarlanır. Oyunculardan biri taklayı atamaz ise tüm takım olarak diğer takımın yerine geçer. Oyun aynı şekilde devam eder.
* * *
BEŞ TAŞ OYUNU: Çocukluğumuzda her yerde oynadığımız düzgün ve küçük 5 tane taş ile kurulan oyun olarak oynanırdı. Birler, ikiler, üçler, dörtler, beşler şeklinde etapları bulunmaktaydı Birler etabında bir tane taş avuçta kalır ve o taş havaya atılarak birer birer taşların toplanması çalışılırdı.
* * *
YAKAN TOP: Çoklu gruplar halinde oynanan oyunlar arasında yer alır. Bir grup en az 4 kişiden oluşmaktadır. 2 grup oluşturulur bir grup ortada diğer grup ta ortadaki grubu topla vurmaya çalışır. Vurulan oyun dışı kalır. Ancak ortadaki çocuklardan birisi topu havada yakalarsa bu durumda can alır yani vurulsa bile tuttuğu top kadar yedek can kullanır.
* * *
SEK SEK: Genellikle kız çocuklarının beton yere tebeşir ile kutu çizmesi ve onları numaralandırarak tek ayaküstünde kutu içerisinde basmak suretiyle oynanan oyundu.
* * *
KÖŞE KAPMACA: Köşe kapmaca oyununda oyuncuların her biri başka köşelere geçerek kendilerine yer alırlar. Ebe olarak seçilen kişi oyuna ortada başlar. Çocuklar birbiriyle köşelerini değiştirir, bu esnada ise ebe boş yerlere geçmeye çalışır. Yerini ebeye kaybeden oyuncu, yeni ebe olur ve oyun bu şekilde devam eder.
* * *
BİRDİR BİR OYUNU: Çocuk oyuncuların birbirlerinin üzerinden atlayarak oynanan bir çocuk oyunuydu. Bu oyunda herhangi bir takım kurulmazdı en az 3 en çok kişi sınırlaması yoktu. En az üç kişinin birlikte oynadığı bir oyundur ve oyunda takım yoktu.
* * *
UZUN EŞEK: Daha çok erkek çocuklarının birbirinin bacaklarının arasına kafalarını sokarak uzun bir düzenek kurarlar düğer grup ise sırtlarına binerek onları devirmeye çalışırlar.
* * *
İP ATLAMA: Uzun ve kalın halata benzer ipi iki çocuk tarafından çevrilir 3. çocuk ise ipin içerisine girerek ipe basmadan atlamaya başlar ip çevirme hızı zaman zaman hızlanır zaman zaman yavaşlar ve ip atlayan çocuğun hata yapmasına çalışılırdı.
* * *
KÖREBE: grup içerisinde bir ebe seçilir ve gözleri bir yemeni ile bağlanır. Etrafındaki arkadaşlarını ebe yakalamaya çalışır. Ebeye yakalanan yeni ebe olur.
* * *
SAKLAMBAÇ: Bir ebe seçilir, ebe 10'a kadar gözlerini kapatarak sayar ve etrafındaki diğer arkadaşları saklanır. Ebe arkadaşlarını bulmaya çalışır ve sobeler.
* * *
İSTOP: Topla oynanan bir oyundur. Ortada bir çocuk topu havaya atar ve bir arkadaşının ismini söyler top yere düşene kadar adı söylenen çocuk topu yakalamaya çalışır ve istop der. Sonrasında bir arkadaşını topla vurarak ebe olmasını sağlar. İsmi söylenen çocuk topu yere düşürürse ebe olmaya devam eder.
* * *
UÇURTMA: Kendimiz imal ederdik. Üç çubuk veya çıta hazırlanır. Uçlarına bıçakla çentik açılır. (İplerin bağlanmasında kaymaması için). Üst üste getirilen çıtalardan altıgen meydana getirilir. Çubukların uçlarının birinden bağlantı yapılarak orta bağlantı yeri sıkıca bağlanır. Bu altıgen iskeletin çevresine dayanaklı renkli güzel kağıtlar veya plastik kapla kaplanır. Bizim zamanımızda genelde gazete kağıdı kullanılırdı. İplerin uçlarından fazlalık yapıştırıcı ile yapıştırılırdı. Bizim zamanımızda unla bulamaç yapılarak yapışkan vazifesi görülürdü.
TEL ARABASI: Tel arabasıda kendi imalatımızdı. Elde bulunan malzemeye gör çeşitli şekiller verilerek yapılırdı. Hatta pil ile küçük ampul yerleştirilerek far gibi ışık verme sağlanırdı. Çeşitli plastik bantlarla süslenirdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.