RAMAZAN SÖZLÜĞÜ 4

Kefâret (الكفارة): Arapça bir kelime olup küfr kökünden türeyen kefâretin sözlük karşılığı “örtmek, gizlemek, inkâr etmek” şeklindedir. Fıkıh ıstılahında şu anlamda kullanılmaktadır: “Dinin belirli yasaklarının ihlâli durumunda yapılması istenen malî veya bedenî ibadettir.” Daha geniş bir şekilde tanımla, kefâret; “dinin belirli yasaklarını ihlâl eden kimsenin hem ceza hem de Allah’tan mağfiret dilemek maksadıyla yükümlü tutulduğu köle âzat etme, oruç tutma, fakiri doyurma ve giydirme gibi malî veya bedenî nitelikli ibadetler” şeklinde tanımlanır.

Kefâretin arka planında şu vardır; Allah hakkı (hukûkullah) ile ilgili fiillerde/ibadetlerde dinen belirlenen bir kuralın çiğnenmesinin akabinde Allah hakkına yönelik haddi aşmanın uhrevî sonuçlarını telâfiye, işlenen günahın Allah tarafından affedilmesini talebe yönelik bir imkân ve yükümlülüktür.

Ayet ve hadisler incelendiğinde, kefâreti gerektiren eylemler/suçlar şunlardır: Ramazan orucunu mazeretsiz bozma başta olmak üzere birtakım dinî yasakların ihlâlleri, işlenen günahların ve yapılan kötülüklerin Allah hakkına taalluk eden kısmının tövbe, iyi davranışlar, iman ve sâlih amelle bağışlanıp örtüleceği vurgusu sıklıkla tekrarlanır ve müminlerin de böyle dua etmesi öğütlenir.

Kefâret, malî (fakiri doyurma ve köle azadı gibi) ve bedeni (oruç gibi) olarak bir çeşit tövbe ifadesidir. Pek çok kefâret çeşidi vardır. Biz burada oruç kefâreti hakkında bilgiler vereceğiz. Oruç kefâreti; Kur’an’da geçmemekle birlikte Hz. Peygamber tarafından vazedilmiştir. Buna göre, mazeretsiz ramazan orucunu kasten bozan kimseye gereken kefârettir.

Daha önceki yazımızda ifade edildiği üzere, mazereti bulununlar, orucu zamanında tutmayarak daha sonra gününe gün tutarken; kasten oruç tutmayan veya başladığı orucu meşrû bir mazeret bulunmadan bozan kimsenin durumu ağır bir kusur ve suç kabul edilmiş, böyle kimselere, bu hatalı davranışlarından dolayı Allah’tan af dileyebilmeleri için biri yine oruç cinsinden olmak üzere üç tür ibadetten biri kefâret olarak öngörülmüştür. Orucu kasten bozan kimse için öngörülen kefâretin ceza yönü ağır basar. Bu kefâreti gerektiren sebep ise ramazan orucunu eda eden kimsenin orucu kasten ve isteyerek bozmasıdır. İkrah, hata, unutma gibi kasıtlı olmayan durumlar müstesna tutulmaktadır. Bu üç durum kefâreti gerektirmez. Üç durumun dışındaki kimselerin, iki ay peş peşe (oruç kefâreti) tutması gerekir. Hayız hali dışında hastalık, yolculuk gibi bir mazeret sebebiyle oruca ara verilirse önce tutulanların yok sayılıp iki ay oruca yeniden başlanması gerekir. Kadınlar mazeret halleri biter bitmez ara vermeksizin oruçlarına kaldıkları yerden devam ederler ve tutulamayan bu günler hesap edilmeksizin oruçlarını iki aya tamamlarlar. Kefâret orucunda oruca geceden niyetlenmek, ayrıca tutacağı orucun kefâret orucu olduğunu niyetinde belirlemek de şarttır.

Kadir Gecesi (ليلة القدر): Kadir (kadr) kelimesi, lügatte “hüküm, şeref, güç, yücelik” gibi anlamları içerir. Dinî literatürde ise “leyletü’l-kadr” şeklinde Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği gecenin adı olarak kullanılır. Gecenin fazileti hakkında aynı adı taşıyan (Kadir sûresi) nâzil olmuştur. Sûrede Kur’an’ın, Kadir gecesinde indirildiği ve sözü edilen gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu belirtilir. Bin aydan daha hayırlı olmasının arkasında şunun yattığı söylenebilir: Önceki ümmetler, dünyada uzun süre hayat sürmeleri ve Allah’a daha çok kulluk yapmaları sebebiyle ibadetlerden elde ettikleri ecir ve mükâfat; âhir zaman ümmetinin kısa ömrüne kıyasla daha fazla olması Sahabenin dikkatini çekmiştir. Hz. Allah, geçmiş ümmetlere nazaran kısa süreli hayat sürdüren bizlere karşı deyim yerindeyse “jestte bulunarak” Kur’an-ı Kerim’in indirildiği geceyi bin aydan daha faziletli kılmıştır. Kısaca kadir gecesi, kısa ömürlü biz Müslümanlara, uzun seneler ibadet ederek sevap kazanmış gibi fırsat tanımaktadır.

Kadr sûresinde bildirildiğine göre bu gecede, Allah’ın izniyle melekler ve Hz. Cebrâil yeryüzüne iner ve gece boyunca yeryüzüne barış ve esenlik hâkim olur.

Kadir gecesi, Ramazan ayının son on gününde aranır. Bunun gerekçesi ise şöyle izah edilmektedir: Müslümanların, Ramazan ayının feyiz ve bereketinden istifade etmek için geceleri uyanık kalmaları ve belirli günleri en iyi şekilde değerlendirmeleri gözetilmiştir. Şayet Kadir gecesi bildirilseydi Müslümanlar sadece o geceyi ihya etmekle yetinebilirlerdi.

Efendimiz’den (s.a.v.) gelen rivayetlerin birinde, “inanarak ve mükâfatını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini ihyâ edenlerin geçmiş günahlarının affedileceği” müjdelenmiştir. Şu hâlde bizlere düşen, af ve mağfiret iklimi sayılı Ramazan günlerimizi (kaza ve nafile) namazlar, tövbe, istiğfar, dua, Kur’an kıraatı ve tefekkürü ile geçirerek Hz. Allah tarafından bağışlanmamızı ümit etmektir.

İ‘tikâf (الاعتكاف): Akf kökünden türeyen i‘tikâf, “hapsetmek, alıkoymak; bir yere yerleşmek, oraya bağlanıp kalmak” anlamlarıyla birlikte, “kişinin kendisini sıradan davranışlardan uzak tutması” manasındadır. Fıkıh terimi olarak da “ibadet niyetiyle camide kalma” anlamına gelir. İ‘tikâfa giren kimseye mu‘tekif veya âkif denir.

Hanefilere göre, Ramazan ayının son gününde i‘tikâfâ girmek sünnettir,  meşruiyeti Kur’an (“Mescitlerde i‘tikâfta bulunduğunuz zaman kadınlara yaklaşmayın” (Bakara, 2/187)) ve Sünnet (Hz. Âişe’nin, “Resûl-i Ekrem ramazanın son on gününde i‘tikâfa girerdi. O bu âdetine vefatına kadar devam etmiştir. Sonra onun ardından hanımları i‘tikâfa girmiştir” Buhârî, “İʿtikâf”, 1; Müslim, “İʿtikâf”, 5) ile sabittir.

Kişinin, i‘tikâfta manevi açıdan olgunlaşması gayesiyle kulun her türlü nefsî ve şehevî arzulardan uzak kalarak kendisini belirli bir müddet Allah’a tam bir teslimiyet ve tevekkül ile (nafile namazlar, zikir, tesbih, dua, geceleri secde halinde göz yaşı dökmesi, Kur’an kıraatı ve tefekkürü gb.) ibadet yapmasıdır.

İ‘tikâfın sahih olabilmesi için i‘tikâfa giren kimsenin cünüplük, hayız ve nifas gibi hallerden temizlenmiş bulunması ve i‘tikâf için niyet etmesi şarttır. İ‘tikâf için bulûğ şart olmayıp ibadet ehliyetine sahip olmak, yani temyiz çağına ulaşmak yeterlidir.

İ‘tikâfın camide ifa edilmesi gerekir. Alım-satım gibi dünyevi meşgalelerle uğraşmamak, manevi ortamın tesisi açısından son derece önemlidir.

 

 

Bu yazı toplam 9546 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Polat Arşivi

Piyango Bileti Almayalım

18 Aralık 2025 Perşembe 10:00

Unutmak III

10 Aralık 2025 Çarşamba 13:25

Niyet

28 Kasım 2025 Cuma 10:01

Musa, Harun ya da hiç olmak

21 Kasım 2025 Cuma 15:00

Kelimelerimiz

13 Kasım 2025 Perşembe 12:40

İlgi Alanımız

30 Ekim 2025 Perşembe 09:44

Seferden Sorumluyuz

23 Ekim 2025 Perşembe 10:37

Unutmak

16 Ekim 2025 Perşembe 11:04

Kur’an’ı Anlama XVI. Cüz

25 Eylül 2025 Perşembe 10:04

İtidal ve Denge

17 Eylül 2025 Çarşamba 10:47