Ahmet Polat
İslâm Barış Dinidir
Esasında bugün, İslam Ahlâkı ile ilgili bir bahis işleyecektik, ancak Filistin'de meydana gelen olaylara duyarsız kalmama adına konuyu değiştirmeye karar verdik.
İslam, Arapça kökenli (سلم) “silm” veya “selm” kelimesinden türemiş olup "barış ve esenlik" anlamına gelir. İslam'a giren kimse; akrabasına, komşusuna, mahallesine kısaca çevresine güven verir, insanlar emniyette kalır.
Son hak din İslâm, barış ve huzurun teminatıdır; tarih gösterir ki, nerede bir zulüm baş gösterse, İslam sancaktarlığını üstlenen ülke, üzerine düşeni derhal yerine getirip zulmün önüne geçmeye çalışırdı. Mesela,
- II. Beyazıt döneminde (1481-1512), Müslüman ve Yahudilerin Endülüs’te katliama maruz kalmaları sonucunda, 1492’de Yahudilerin; İstanbul Karaköy’e yerleştirilerek himaye altına alınmaları.
- Hasat zamanı, mahsullerine saldıran Fransa’ya karşı Almanya’nın; Osmanlılardan yardım istemesi, Osmanlılar tarafından, asker yerine sınırdaki Almanların giymesi için yeniçeri kıyafeti gönderilmesi. (Yeniçeri kıyafetleri, Almanya Karlsruhe Müzesinde sergilenmektedir.)
- Osmanlı ve Rusya arasında gerçekleşen Prut Savaşı da İsveç Kralı'nın Osmanlılardan yardım istemesi sonucunda gerçekleşmiştir.
Yukarıdaki misalleri çoğaltmak mümkündür, ancak biz bu kadarla yetinelim.
II. Dünya Savaşı sonrasında, dünyada, Müslümanların hesaba katılmadığı iki kutuplu bir düzen kuruldu. Müslümanlar da bir şekilde bu iki düzen arasında kendine yer edinmeye çalıştı. Dolayısıyla insan fıtratına en uygun dinin öğretileri, düsturu ve felsefesi; beşerin problemlerine çözüm üretebilecek çareler de devre dışı bırakıldı. Bunun sonucunda sömürge, ilticalar, savaşlar, salgın hastalıklar, gelir dağılımının adaletsiz taksimatı gibi günümüz dünyasının en önemli sorunları, insaflı insanların ana gündem maddesi haline geldi.
“2 Milyar civarı nüfusa sahip Müslümanların, bugün paramparça, dağınık, silik ve çaresiz kalmalarının arkasında ne olabilir?” veya soruyu başka şekilde soralım: “Anlamlarından biri “barış” olan dinin mensupları, neden dünya düzeninde -aktif- söz sahibi değil?”
Ümmetçe sorumluluk almayış, hep “birilerine havale” etme, dinin hükümlerinden işimize geleni alıp uygulama, (çalışıp emek vermeyi bir kenara iterek) “işimizi dua ile hallederiz” yanılgısına düşme, bir tespihin taneleri gibi dağınık ve birbirimizden habersiz hayat sürdürme, dünyevileşme hastalığı, gelecek planlamasında somut hedefler koy(a)mama, çağı yakalayama, inançlı STK’ların; Müslümanların gündemlerini belirleme ve harekete geçme konusunda istenilen seviyeye ulaşamamaları, para konularında iyi imtihan verememe, kavmiyetçilik/memleketçilik, taassup vd. ana etkenler; maalesef günümüzdeki acı manzarayı resmetmektedir.
Hz. Peygamberin 23 senede ilmek ilmek ördüğü barış, adalet, emniyet ve huzur öğretileri; İslâm devletlerinin güçlü olduğu dönemlerde (genel anlamda) temel ilke edinilerek dünya siyasetine yön verilmiştir. Gücümüzün zayıfladığı dönemlerde ise kabullenilemeyecek olaylara seyirci kaldık/kalıyoruz. Kırım Tatarları, Cezayir, Afrika’nın muhtelif bölgelerindeki katliamlar, Bosna, Myanmar, Suriye, Doğu Türkistan, Yemen, Filistin gibi Müslüman beldelerdeki kıyıma duadan başka bir şey yapamadık.
Aynı şekilde Vietnam, Hitler’in Yahudilere karşı etnik soykırımı, Ukrayna gibi Müslüman olmayan masum sivillere de somut katkı sağlayamadık.
Devletler arası ilişkilerde, dinimizin temel düsturlarından biridir ki, rengi, ırkı, düşüncesi ne olursa olsun harp edilen ülkenin; çocuk, kadın, yaşlı, engelli masum sivil fertlerinin kılına zarar gelmemesidir. Nitekim Hz. Peygamberimiz, Mekke fethedildiğinde (birkaç savaş suçlusu hariç) genel af ilan etmiştir. Fatih Sultan Mehmet de İstanbul’u fethedince, Bizans tebaasını özgür iradeleriyle baş başa bırakmıştır.
“İslâm, barış dinidir” derken hiç savaşılmayacak anlamına da gelmemektedir. Efendimizin hayatına bakıldığında, yeri ve zamanı geldiğinde ahval ve şerait göz önünde bulundurularak gereken yapılmıştır.
Öyleyse, Kur’an’a inandığımızı iddia ediyorsak (ki, elhamdülillah inanıyoruz) kerim kitabımızın; “akletme, düşünme, muhasebede bulunma, geçmiş olaylardan ders çıkarma, güçlü olma/kalma, yeryüzünde iyiliği egemen kılma” buyruklarını zihnimizde yeniden tartarak şu soruyu soralım: “Bir Müslüman olarak üzerime düşenleri yerine getirebiliyor muyum, güçlü olup barışı sağlayabilecek ne yapıyorum?”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.