Ahmet Polat
Mürüvvet
Bazı önemli kavramlar vardır ki, satır aralarında, muğlak ve birkaç cümleyle geçiştirilir, kapsayıcı (efradını cami ağyarını mâni) bir tanımı yapılmaz. Veya yapılsa da belirli aralıklar ve gelişmeler paralelinde güncellenmesi, genişletilerek ya da daraltılarak gündemdeki tazeliğini koruması gerekir. İşte bu kavramlardan biri de mürüvvettir.
Medya organlarının her münkeri afişe etmesi, dünyevileşme, değer yargılarımızın değişmesi, helâl lokma hassasiyetinin yitirilmesi, tarih hafızamızın bulunmaması nedeniyle kadim olan kültür ve medeniyetimizle irtibatımızın yüzeysel hâle gelmesi gibi sebebeler; toplumun kimyasının bozulmasına ve toplumsal çözülmenin hızlanmasına yol açtığı şu zamanlarda, bizleri denetleyecek, öz benliğimize döndürecek, şahsımızı toplumla kaynaştırabilecek tutkala ihtiyaç vardır ki, bunun adı mürüvvettir.
Mürüvvet ıstılahta, “kişinin, kötülenmeyi hak etmemesi adına, tutum ve davranışlarında, çirkin olanı değil de en faziletli olanı seçmesidir.” Bu tanımdan hareketle, insanın söz, fiil ve görünüşünü güzelleştiren davranışları kullanmasının yanı sıra, söz, fiil ve görünüşü çirkinleştiren şeylerden kaçınmasıdır.
Hal ve tutumundan ötürü birini takdir ettiğimizde, sokak dilinde “adamsın” yahut “adam değilsin” denir. İşte bu adam kelimesi, Arapça (اَلْمَرْءُ) “el-mer” ile (اَلْمُرُوَّةُ) “el-mürüvvet” aynı kökten gelmektedir. En basit ve kestirme ifadeyle, adam olmanın fıkıh ve tasavvuf sistematiğindeki konumunu belirlemeye çalışacağız.
Mürüvvet için “dengeli ve ahlaklı yaşamanın ete kemiğe bürünmüş hali” denilebilir. Bu kavram, İslâm hukukunda, yargılama bahsinde geçmektedir. Şöyle ki, şahitlik; mahkeme esnasında kişinin hak ve hukukunun korunup kollanması ve böylece adaletin tecelli ederek toplum içerisinde huzur ve emniyetin sağlanması bakımından önemli işleve sahiptir. Bu itibarla, şahitlikte bulunacak kimselerin belirli şartları taşıması gerekir. İşte bunlardan biri de mürüvvetli olmaktır. Diğer bir deyişle, mürüvvetsiz bir kimse, tanıklık yapamaz. Çünkü kişinin, tutum ve davranışları İslâmî değerlerle bağdaşmadığı için tanıklıkta bulunacağı anda, “acaba adil mi”? ya da “bu kişi adaletli mi?” sorularıyla zihinlerde şüphe oluşturacağı gerekçesiyle hâkim onu dinle(ye)mez. Aslında, fıkıh ilmi, bu şartı koyarken, ideal toplumun, mürüvvetten geçtiğini ihsas etmiştir.
Yaklaşık elli sene öncesine kadar, ülkemizde mürüvvetli bir insan karakterinin inşası için İstanbul’a gidip yaşayarak “İstanbul Beyefendisi” vasfına haiz olmak bir nevi adı konulmamış şarttı. Ancak, köyden kente göçle birlikte, İstanbul büyük köy haline gelmiş ve bu vasfını yitirmiştir Avrupa’da ise kültür ve sanat denilince akla Fransa gelir. Fransa da ikiye ayrılır; Paris ve öteki Fransa. Fransızlar için Paris, medeniyeti, şehirliliği ve nezaketi; öteki taraf da taşrayı ifade eder. Dolayısıyla her ne kadar Müslüman olmasalar da görgü, gözenek ve adabı muaşeret bağlamında mesafe kat etmek isteyenler, Paris’e gidip oranını havasını solumakla şehirli/medeni olurmuş.
Esasında yukarıdaki paragrafın hulasası olarak şöyle de denilebilir: Her kültür ve medeniyetin, erdemli insan kıstaslarını kendisinde toplayan kişi, o medeniyette “mürüvvetli insan” seviyesine ulaşmış demektir. Bu da İstanbul ve Paris gibi herkesçe kabul gören ve otorite haline gelmiş başşehirlerde bizzat yaşayarak öğrenilir.
Akıllı, şuurlu ve toplumsal yargıları gözeten insanın özelliğidir mürüvvet. Bu bakımdan İnsanı diğer mahlukattan ayıran meziyettir. Ayrıca pek çok sıfat, karakter, örf, adet, davranış ve eğilimleri içine alır. Meseleye genel çerçeveden bakıldığında, bir milletin dini hassasiyetlerinin, örf ve adetlerinin, medeniyet inşasına katkı sağladığı, toplumsal yargı değerlerinin de bu minvalde temerküz ederek kimlik oluşturulduğu söylenebilir.
İnsanı diri tutan bu hayattaki beklentileri ve hedefleridir. Buna göre, kafasında bir şeyi tasarlayan kimse, onu gerçekleştirene kadar her türlü zorluk ve zahmete katlanabilecek moral motivasyonu bulabiliyorsa, mürüvvet de müminin; -tıpkı siperde düşmanı pür dikkat gözetleyen ve eli tetikte olan asker gibi- iradesini güçlü ve diri tutar, böylece ideal Müslüman standartlarında istikamet üzere yaşamasına katkı sağlar. Bu irade, kişiyi farkında olmadan ahlâken yetiştirir, toplumda da rol model haline getirir.
Bu yazımızda kavramsal çerçeveyi oturtmaya çalıştık, önümüzdeki hafta ayrıntıya gireceğiz inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.