KUR'AN'A YAPILAN SALDIRIDA SORUMLU KİMDİR?

Danimarkalı bir avukat ve siyasetçi kimliğine sahip Rasmus Paludan; 21 Ocak’ta, İsveç’te Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur'an-ı Kerim yakma eylemi gerçekleştirdi. Paludan’ın, daha önceleri de Kur’an yakma eylemleri tertip ettiği bilinmektedir.

Tüm İslâm âlemi, bu menfur hadiseyi kınama, bildiri yayınlama, dualar vb. farklı şekillerde protesto etti. Ülkemizdeki Camilerde de “Sabah Namazı Buluşması” (özellikle) tertiplenerek Müslümanların ortak tavır takınılması sağlandı. Ne var ki, aklı başında olan bir kimse; “olayı tezgâhlayanların; Müslümanların tahriklere kapılması ve bunun neticesinde İslâm’a zarar verme gayesini güttükleri” fikrini taşımaktadır. Hatta daha farklı hesapları da olabilir. Neticede Kur’an yakma olaylarının zahiri yönü vardır ki; Müslümanları tahrik, siyasi, düşünce özgürlüğü! gibi sebepler gösterilebilir.

Hadisenin bir de bâtıni (iç) boyutu vardır ki, biz Müslümanları her şeyiyle ilgilendirmektedir. Zira o azgın güruhun fütursuz ve hadsizce davranarak, “işi Kur’an yakmaya kadar getirmelerinin” cesaretini biz Müslümanlar verdik. Kısacası Kur’an’a karşı yapılan saldırının baş müsebbibi bizleriz. Çünkü:

  • Müslümanlar; ümmet şuuru yerine ırk, mezhep, kabile, grup gibi küçük parçalar halinde kendilerini düşündüğünden “Allah ve resulüne itaat edin, birbirinize düşmeyin, sonra zayıflarsınız ve zaferi elden kaçırırsınız.”[1] ayeti doğrultusunda güç ve heybet yönünden zayıfladı.
  • “O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul.”[2] ayetini, Müslümanlar, kulak tıkayarak üzerlerine alınmadılar. Haliyle zaman kavramını iyi kullanamadığımızdan tembelliğe, fakirliğe, miskinliğe, tüketmeye ve mef’ullüğe (edilgenliğe) mahkûm olduk. Dolayısıyla İslam kültür ve medeniyet mirasına sahip çıkamayarak dünya piyasasında söz sahibi olamadık.
  • İslâm’ın evrenselliğini, erdem ve faziletini yaşayarak anlatamadık; özde değil, sözde Müslümanlığı benimsedik.
  • Makam, mevki ve servetlerimizi Kur’an’ın emrettiği doğrultuda harcayamadık.
  • “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan maddelerin helâl ve temiz olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır.”[3] ayetinin gerektirdiği gibi helal ve tayyib gıdalarla beslenemediğimizden fıtratımız bozuldu.
  • Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren süregelen hastalığa çare bulamadık; emanetleri ehil kimselere veremedik.
  • “O, Allah’ın elçisi Muhammed’dir. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler.”[4] ayetindeki gösterilmesi gereken şefkat, merhamet ve hoşgörüyü Müslümanlara değil de gayri müslimlere gösterdik.
  • Kur’an’da geçen kıssaları hikâye gibi dinleyip gerekli dersleri alamadığımızdan ötürü, tarihin (bizler için olumsuz) tekerrür etmesinden sorumluyuz.
  • Dini değer ve kavramlarımızın; (gerekli hassasiyeti göstermememizden kaynaklı) bir öcü gibi algılanması ve bunun neticesinde bu kavramlara yabancı kalınmasından sorumluyuz.
  • Genlerinde, gayri İslâmî düzeni bulunduran bir dünyanın sorumlularıyız; son asırlarda, yeryüzünde İslâm mührünü; ekonomi, kültür, sanat, bilim, teknoloji, estetik, mimari vd. sahalarda vuramadık.
  • Kur’an’ı, kendi heva ve heveslerimize göre rehber edindik.
  • “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.[5] hadisinin tam tersini hayat felsefesi edindik; para ve gösterişe kapıldık.
  • “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.”[6] hadisindeki ilk tepkiyi veremeyecek durumda olmamız; -deyim yerindeyse- bizi üretkenliğe, çalışkanlığa ve hayatı, dinin öngördüğü minval üzere okuma ve yaşamaya teşvik etmesini anlayamadık.

Yukarıdaki maddeleri çoğaltmak mümkündür. Ancak sözün özü şudur ki, Müslümanlar; dünya siyasetini domine edebilecek güç ve kudrete sahip olsaydı bu utanç verici durumla karşı karşıya kalınmazdı. O halde bu ve benzeri hadiselerin cereyan etmemesi adına Kur’an ve Sünnet merkezli bir hayat yaşamayı şiar edinmeli ve bu doğrultuda gayret göstermeliyiz.

Bilindiği üzere, mübarek Ramazan ayının habercisi üç ayların ilki Receb ayının içerisindeyiz. Tabi bu üç ay içerisinde Müslümanlarca hüsnü kabul görmüş 4 mübarek gece bulunmaktadır.[7] Kandillerin ihya edilmesi ile ilgili önceki asırlardan beri tartışmaların yapıldığı, Kâtip Çelebi’nin (1609/1657) “Mîzânü'l-Hakk fi İhtiyâri'l-Ahakk” isimli eserinde geçmektedir. “Kandil yoktur; bunlar bid’attır, sonradan ihdas edilmiştir” şeklindeki kısır tartışmalar yerine, “bu ayları fırsat bilerek kendime nasıl çeki düzen verip iyi bir kul, iyi bir ümmet olabilirim? sualine cevap aramalıyız. Rabbim hepimize, layıkıyla kulluk bilinci içerisinde bu manevi iklimi yaşamayı nasip etsin. Âmin.

 

[1] Enfâl, 8/46.

[2] İnşirah, 94/7.

[3] Bakara, 2/168.

[4] Fetih, 48/29.

[5] Müslim, Birr, 33.

[6] Müslim, İman, 78.

[7] Regâib, Mi’rac, Berâet (Berat) ve Kadir.

Bu yazı toplam 6301 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Polat Arşivi

Piyango Bileti Almayalım

18 Aralık 2025 Perşembe 10:00

Unutmak III

10 Aralık 2025 Çarşamba 13:25

Niyet

28 Kasım 2025 Cuma 10:01

Musa, Harun ya da hiç olmak

21 Kasım 2025 Cuma 15:00

Kelimelerimiz

13 Kasım 2025 Perşembe 12:40

İlgi Alanımız

30 Ekim 2025 Perşembe 09:44

Seferden Sorumluyuz

23 Ekim 2025 Perşembe 10:37

Unutmak

16 Ekim 2025 Perşembe 11:04

Kur’an’ı Anlama XVI. Cüz

25 Eylül 2025 Perşembe 10:04

İtidal ve Denge

17 Eylül 2025 Çarşamba 10:47