Ahmet Polat
Tarih Şuuru
Hac görevi nedeniyle üç haftayı aşkın süre zarfında, kutsal topraklarda bulunduk. Hastalanan bir hacımızın hastaneye intikali, toplantı ya da başka bir gerekçeyle ticari taksilere bindiğimizde, şoförlerle diyaloğa geçerek isimlerini ve memleketlerini öğrenmeye çalıştık. Tabi buradaki gayemiz, İslâm coğrafyasıyla gönül bağlarımızın kopmadığını ihsas etmektir.
Yemenli kardeşlerimize, (Osmanlı askerlerinin; İngiliz ve Fransızların, yerel halkı kışkırtmasıyla meydana gelen isyanı bastırmak amacıyla, Yemen’e gönderilmesinin akabinde yazılan) “Yemen Türküsünü bilir misiniz?” veyahut da Medine-i Münevvere’yi, (türlü zorluklarla İngilizlere karşı) müdafaa eden (“Çöl Kaplanı” lakabıyla maruf ve 1868-1948 yılları arasında yaşayan Ömer Fahrettin TÜRKKAN isimli) “Fahrettin Paşa’yı tanır mısınız?” soruları karşısında cevap alamayışımız; aslında her şeyi özetler mahiyettedir.
Bir medeniyetin sağlam temeller üzerinde varlığını sürdürüp geleceğe ümitle bakması, o topluluğun geçmişini iyi bilmesine bağlıdır. Savaşları, kahramanları, hainleri, kırılma anları, ağıt ve türkülerin yazılmasına sebep olan hadiseleri bilmek; geçmişle gelecek arasında köprü kurmamıza yardımcı olur.
Tarih, kültür ve örf gibi geçmişle irtibatı sağlayan unsurlara değer verilmediği takdirde, “hafıza kaybı yaşayan kimse” gibi kimliksiz/kişiliksiz kalma durumu muhtemeldir. Bu da beraberinde, başka kültürlere özenmeyi ve kendini köksüz addetmeyi beraberinde getirmektedir. Başka bir deyişle, geçmişiyle bağlarını koparan millet; müstemleke olmaya mahkumdur.
Günümüzde, güçlü addedilen ve dünya üzerinde söz sahibi ülkeler; zenginliklerini kan, gözyaşı, sömürge ve zulüm üzerine bina etmişlerdir. Ancak bu kötü manzarayı, kendi uluslarına, farklı yansıtarak tarih bilincini canlı tutmaktadır. Daha açık ifadeyle, kendi geçmişlerini kahraman, adil ve dürüst göstererek milletinin ülkesiyle ve geçmişiyle barışık kalmasını ve medeniyetlerinin devamını sağlamaktadır.
Acı tecrübelerin tekerrür etmemesi adına, geçmiş ümmetlerin düştüğü hatalar ya da azim ve kararlı mücadeleleri sonucunda zafere ulaşmalarını farklı bağlamlarda ele alan Kur’an ve Sünnet; yaşananlardan ibret alınarak bu minvalde hayat felsefesi belirlenmesini tavsiye etmektedir. İşte buradan hareketle, hatıraların canlı tutulması ve (tarih, örf ve kültür gibi) kendi külleri üzerinde öz benliğin korunmasını sağlamaktadır.
Bugün İslâm coğrafyasının neredeyse tamamı, tesbih taneleri gibi darmadağın hale gelmişse, bunun arkasında “geçmişini bilmeme” yatmaktadır.
Geçmişini bilen, ümmetçi ve kuşatıcı bir misyonla hayata bakar, geçmişi yok edilen milletlere abilik/büyüklük yaparak onlara yol gösterir. Ülkemizin, mazlum coğrafyalarda umut olarak görülmesi de bununla irtibatlandırılabilir. Zira bizim tarihi köklerimiz derinlerdedir.
Dünyanın dört bir yanında iyi kötü, acı tatlı hatırası bulunan biz Müslümanların, sevabıyla ve günahıyla tarihini ve geçmişini iyi bilmesi ve bu istikamette hayatına yön vermesi , geleceğimiz adına zaruridir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.