Kısa Kısa…

Kısa Kısa…

KIR YEMEĞİ VEYA PİKNİK Hurşit Bey kendi köyünde yani Akçakavak ta bir piknik daveti vermişti. Tarihini tam hatırlamıyorum ama kendi köyünün yakınlarında...

KIR YEMEĞİ VEYA PİKNİK Hurşit Bey kendi köyünde yani Akçakavak ta bir piknik daveti vermişti. Tarihini tam hatırlamıyorum ama kendi köyünün yakınlarında bir yerdeydi. Adına kır yemeği de denilebilir. Kırıkkale’den dostlar, Ankara’dan ve yurdun çeşitli yerlerinden önemli şahsiyetler katılmışlardı. Katılımcıların çoğu kendi dalında uzmanlaşmış şahsiyetlerdi. Yemeklerimizi yedik, ayranımızı içtik ve çayımızı yudumlarken, davetlilerden bazıları tanıtılarak birer selamlama yaptılar, anılarından, hatıralarından bahsettiler. Misafirlerden bir beyde birkaç kelam etmek üzere davet edildi ve kısa sohbetini şu hikâye ile süslemeye çalıştı. “Memleketi olan Malatya da iri yarı ele avuca sığmayan ancak işsiz birisi varmış. Ne yapalım, ne edelim derken, kendisini mahalle bekçisi yapmışlar. Sırtında bekçi elbisesi, başında armalı bekçi şapkası, belinde geniş kayıştan kemer, kemere takılı tabanca, kendisini ecnebi memleketlerinde olsa şerif sanacak sanki mübarek. Bakmışlar olacak gibi değil, biraz uslansın, ağırbaşlı halim selim olsun, nefis terbiyesi görsün diye dervişler topluluğuna katmışlar. Başlamış dervişlerle beraber zikire. Dervişler topluluğu hep beraber Allah Bizimki tek başına Allah diyor, Onun sesi topluluğu bastırıyor, zangır zangır sallıyor her tarafı. Dervişler Hu demeye başlıyor, bizimki yine Allah demeye devam ediyor. Bir ara bir tanesi eli ile böğrüne dürterek, “Allah deme, Hu de”. Ancak durum değişmeyince tekrar uyarıldığı anda; tabancayı çeker herkesi yere yatırır “Beni Allah demeden alıkoyacak adamın alnını karışlarım ulan” diye haykırır. Kabalık hoş değil, ince zarif olmak daha güzel değil mi ya. MIHBAŞI Kâğıt paradan yani banknottan, kaime (kayme) den evvel, altın, gümüş, değerli madenler den yapılan metal paralarla alış veriş yapılırdı. Madeni paralar çok kıymetli olduğu için özel muhafaza altına alınmakta idi. Belki bu günkü gibi kasalar yoksa da, o günün şartlarına göre saklanırlardı. Altından, gümüşten, değerli madenlerden yapılan paralar, Sikke, Dinar, lira, akçe, Dirhem,  Kırmızı lira, Fels, Mangır gibi isimlerle anılırdı. Dinar ve Sikke: Altından, Dirhem ve Akçe: Gümüşten, Fels ve Mangır (Pul): Bakırdan yapılana (bozuk para) denilmektedir. Bakırdan yapılana; pul da denildiği için, “Paramız pul oldu” atasözü değer kaybını anlatır. “Ak akçe kara gün içindir” öz deyişi, tasarrufu ve değeri ifade eder. Madeni paralar, günlük kullanımda kese ile taşındığı gibi, sonraları deriden yapılmış cüzdanlar ile de günlük hayatta kullanılmıştır. “Kadife den kesesi tabiri” türkülere yansımıştır. Bu gün bile nasıl cüzdan çalıcılar, cüzdanı insanların cebinden çekiciler varsa, eskiden insanların kesesini çalana, çarpanlara; çarpıcı, çarpan, soyan, hırsız, manasına gelen, “Yankesici” denilmektedir. Özellikle de İstanbul gibi kalabalığı çok olan büyük mekânlar da yaparlar bu işi. Adamın birisi Anadolu dan İstanbul’a gider, Beyoğlu’nda İstiklal caddesinde yürümektedir. Yanındaki arkadaşına; “birde İstanbul’da, yankesici var diyorlar, kaç gündür koynumda,elini para kesesinin üzerine vurarak, kese ile geziyorum bir sıkıntı görmedim” demekte iken, yanından geçmekte olan birisi, anında bir omuz vurur ve “hadi oradan, onu gara dayın yokladı da Mıh başı çıktı” demesi üzerine, Anadolu dan gelenin sesi soluğu kesilir. Meğer kırmızı lira yerine, mıhların şapka kısmını keserek kesesini bunlarla doldurup, İstanbul’a yankesicileri sınamaya gitmiş. Dönünce de memleketinde övünecekmiş.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.