Volga Turu (Moskova- St. Petersburg) (6)
31 Temmuz 2014 Perşembe Bugün valizleri hazırlamak için öğleye kadar serbest zaman. Öğle yemeğinden sonra isteyenler, rehberlerimiz eşliğinde...
31 Temmuz 2014 Perşembe
Bugün valizleri hazırlamak için öğleye kadar serbest zaman. Öğle yemeğinden sonra isteyenler, rehberlerimiz eşliğinde Peter Paul kalesine gidecektik. Yemekten tam kalkmak üzereydik. Bize geldiğimiz günden beri hizmet eden, uzun boylu güzel garson İrina’nın üzgün ve gözü yaşlı olduğunu gördük. Eşim ve diğer bayanlar ilgilendiler. Nedenini öğrenince hepimiz göz yaşlarımıza hakim olamadık. Neden mi! İnsan olmak! Bizim Tur’un dışında birkaç tur’un, birkaç katılanının programı bitmiş, dönüyorlarmış. İrina’da bizim de bugün ayrılacağımızı, ayrılık saatinin gelmesinden dolayı, üzülmüş ve gözyaşlarına hakim olamamış. Çoğu kişi İrina’ya sarıldı. Benim gibi duygusal olup, dayanamayanlar, oradan uzaklaştı. Uzaklaşsak ta etkilenmemek elde değil. Kendi aramızda konuşurken de; bizim insan olarak İrina’yla, Anastsi’la şunla bunla bir sorunumuz yok. Biz insan olan insanı seven bir düşüncedeyiz. Bizleri birbirimize düşüren, koltuk sevdalısı politikacıları bir kez daha kınamış olduk böylece!Uzun boylu İrina’nın yanında bizim hanımlarımız!
13.30’da geminin önünde toplanarak oradan metroya gidiyoruz. Metro kalabalık. Buna rağmen, ayakta kitap okuyanlar var.Okumayı sevene için her yer kütüphane!
Rehberimiz Emin Aygün St. Petersburg metrosunda bizleri mi arıyor acaba!
Rehberimiz Emin Aygün bizleri buldu yüzü gülüyor.
Yürüyerek St.Peterburg’da bulunan Yeni Cami’ye gittik. Rusya”nın Batıya açılan penceresi olarak adlandırılan ve 1703 yılında Çar Petro tarafından kurulan St Petersburg şehrindeki tarihi cami, cami 1913 yılında ibadete açılmış. tarihi St. Petersburg camiinin minaresi ve bina çatlakları düzeltilerek önümüzdeki aylarda yeni görünümüne kavuşması bekleniyor. Rusya İmparatorluğu’nun başkenti St Petersburg’da cami yapılmasına 2. Nikolay’ın izin vermesi ardından 1910 yılında kentin merkezinde Petro Kalesi’nin hemen karşısındaki bir arazide temeli atılan cami, 1913 yılında tamamlandığında zamanın Avrupa’daki en büyük camisi sayılıyormuş. Beş bin kişilik cami Avrupa'daki en büyük camiler arasında yerini almış. 49 metre yüksekliğinde iki minaresi ve 39 metre yüksekliğinde kubbesi olan caminin inşası, mimar Nikolay Vasilev ve mühendis Stepan Kriçinski tarafından gerçekleştirilmiş. Turistlerin de ilgi odağı olan bu cami Müslüman olmayanlar tarafından da namaz dışı vakitlerde özel izin alınarak gezilebiliyormuş. Girişte, Türkiye’den görevlendirilmiş imam karşıladı bizi. Caminin dış cephesi tadilattaydı. Bizle girdik camiye. Bayanlar başlarına verilen eşarpları takarak geldiler. Birkaç fotograf alırken, birkaç genç söylenip duruyordu, Türkçe bilmiyorlardı. Sanki camiye düşman girmiş gibi tavır takındılar. Tam o sırada kapıda gürültü geliyordu. Rehberimiz sesi deliyordu.Turumuzda protez bacağı olan bayan, kaloşlu veya öyle girmek istemiş. Protezli ayak. Ayakkabısının çıkması güç. Rehberimiz. Buranın herkese açık bir yer olması gerektiğini, girenin zaten Müslüman olduğunu, olmasa dahi Müslümanlığa ilgi duyan bir insanın dahi girmesi gerektiğini, beklide Müslümanlığı seçeceğini, o nedenle de davranışlarının hiç hoş olmadığını vurguladı. Hele hele bizim gibi Türkiye’den gelen kişilere böyle davranışlarının güzel olmadığını vurguladı. Hepimi aynı görüşü paylaştığımızı belirterek, imama tepki gösterdik. İmam bu tepkiyi beklemiyordu. Sanki Müslümanlık onun tekelindeydi. Tuvaletlere gidenlerde ayrı bir tepki gösterdi. Çok pis olduğunu vurguladılar. Fazla kalmadan çıktık.Yeni caminin dıştan görünüşü.
Yeni caminin içten görünüşü.
Peter Paul Kalesi şehrin ortasında, kanalın kenarında. Güneşi görenler kalenin dışındaki çimlere kendini atmış, kanalı kendilerine deniz yapmışlar. Güneşe hasret insanlar, ne zaman güneşi görseler, şehrin içindeki parklardaki çimlere kendilerini bırakıyorlar. Kalenin ilk olarak İsveç ordusu ve donanmasına karşı savunma amaçlı yapılması planlanmış, fakat kalenin yapımı bitmeden Rus orduları İsveçlileri mağlup etmeyi başarmışlar. Kale tamamlandıktan sonra askeri garnizonun bir parçası ve siyasi mahkumlar için hapishane olarak kullanılmış. Hapishanenin ünlü mahkumlarından bazıları Peter’in kendi isyankar oğlu Alexei, Dostoyevski, Gorki, Troçki ve Lenin'in ağabeyi Alexander’dır. Kale ve komplekse giriş ücretsiz, fakat katedral ve müze için ayrı ayrı ödeme gerektiği için, hiç birisine girmedik. Kalenin içinde ki diğer yapılar Şehir Tarihi Müzesi ve Madeni Para ve Madalyalar müzesidir. Kalenin ortasında etkileyici Peter ve Paul Katedrali vardır. . Katedralin kubbelerinden birinde bulunan sütunun tepesinde altın kaplı Haç Tutan Bir Melek figürü vardır. St Petersburg’un sembollerinden biridir bu haç tutan melek. Ve bu sütun 404 metre yüksekliği ile şehrin en yüksek yapısıymış.Peter Paul Kalesinin dışarıdan görünüşü.
Peter Paul Kalesinden St. Petersburg.
Marsovo Parkının çok bakımlı, yemyeşil alanının ortasında, Ekim İhtilali askerleri anısına yanıyor ateş….
Marsovo Parkının çok bakımlı, yemyeşil alanının ortasında Ekim İhtilali askerleri anısına yapılan anıt mezarlık….
Marsovo Parkının çok bakımlı, yemyeşil alanının ortasında güneşi görenler kendini çimler üzerine atmış durumda…
Parktan yürüyerek Yeniden Diriliş Kilisesine doğru hareket ediyoruz.Yeniden Diriliş Kilisesinin etrafında sokak müzisyenleri…
Yeniden Diriliş Kilisesinin yanında mola verdik.
Çeşitli etkinlikleri görme fırsatımız da oldu!
Çeşitli etkinlikleri görme fırsatımız da oldu!
Yürüyerek metro’ya, oradan minibüse ve gemideki son gecemize… Gitmek mi zor kalmak mı? Her şeyin bir sonu vardı. Güzel on iki günlük turumuz sona eriyordu. Hancı hanına, yolcu yoluna… Gezimizi sizlerle paylaşmaya çalıştım. Elbette profesyonel bir yazar diliyle sizlere sunmuş olmayabilirim. Doğal, içten, abartısız, tam olmasa da gözlemlerimi aktarmaya çalıştım. Beş binin üzerinde fotoğraf çekmişim. Ancak gelir gelmez nasıl oldu bilemiyorum, bilgisayara aktarma sırasında, fotoğraf makinesinin hafızasındaki tüm fotoğraflar silindi. Birkaç gün uğraşmalar sonucunda, bilgisayarcı bir genç, yüzde doksanını kurtarmayı başardı. Hangi fotoğrafları koyacağım konusunda zorlandım. Çoğu fotoğraflar, ressamın fırçasından çıkan tablo gibiydi. Rusya’nın ekonomik, siyasal ve politik yönleri bizi çok bağlamıyor. O konudan da bahsetmek benimle ilgili değil. Ancak şunu söylemek isterim. Beklediğimden fazla beğendim. Kendileriyle barışık bir toplum. Kendilerine bakıyorlar, temizler, giyimleriyle, kuşamlarıyla… Çoğu fotoğrafları sizlerle paylaşamadım. Güneşin çıktığı anda, çoğu insanların parklarda, çimlerin üzerinde mayosuyla, bikinisiyle, sanki bir deniz kenarında gibi güneşlenmeleri… Çok yerde, kadınların iş hayatında olduğunu gördük. Dokuz ay kış olan bir ülkenin, bozulmayan yollarını gördük. Deli dedikleri I. Petro’nun sıfırdan başlayarak, bataklık olan St. Petersburg’u nasıl bir yenilikle bugünkü duruma getirdiğini gördük. Moskova – St. Petersburg arasında yaptığımız 1802 Km. lik yolculuk boyunca nehir’in her iki yanı da alabildiğine ormanlık alanlar olduğunu ve talan edilmediğini gördük. Her bölgenin ve her ülkenin kendine has ayrı bir mutfak kültürü ve damak dadı olduğunu bilmemize rağmen, Rusya’da çok sıkıntı çekmediğimizi belirtmek isterim. Katılımcıların hepsi kilo alarak döndüler. Borç çorbası meşhur. Aromatik otlar ve baharat yemeklerin olmazsa olmazlarından. Dereotu, sarımsak gibi aromatik bitki ve sebzelerin yanı sıra, tarçın, karabiber, safran gibi baharatlar çoğunlukta. Yemekleri lezzetli olduğu kadar, sunumları ayrı bir özellikte. Sanki sanat eseri. Sofra düzenleri de muhteşem.25. 07.2014 akşamı yemeğimizdeki tatlımız!
Boş durmak yok!
Akıllı telefonlar çıkmasaydı ne yapacaklardı acaba?
Rehberlerimiz Prof. Dr. Aykut MISIRLIGİL ve Emin AYGÜN!
(Gülümsemeniz hiç eksik olmasın!)
Fotoğraf çekmekten yoruldum. Dinlenmeyi hak ettim galiba!
01.Ağustos 2014 öğleden sonra St. Petersburg hava alanındaydık. Pasaport ve valiz kontrolü. Moskova gibi değildi. Daha titiz ve sıkıcı bir kontrol. Her şey ne kadar güzel de olsa, “Bülbülü altın kafese koymuşlar ille de vatanım demiş.” Bizde aynı duygular içerisinde vatanımıza dönüyorduk. Bir günde dört mevsimin yaşandığı, üç bir tarafı denizlerle çevrili, başımızı kaldırdığımızda neredeyse kırk tokmağın vurulduğunu söyleyen Prof. Dr. Aykut Mısırlıgil hocamızın sözleriyle birlikte her gezi dönüşünde, Ayten Alpman’ın güzel yorumlu şarkısı geliyor aklıma…Havasına suyuna taşına toprağına Bin can feda bir tek dostuma Her köşesi cennetim ezilir yanar içim Bir başkadır benim memleketim
Lay Lay…
Anadolum bir yanda yiğit yaşar koynunda Aşıklar destan yazar dağlarda Kuzusuna kurduna Yunus'una Emrah'a Bütün alem kurban benim yurduma
Lay Lay…
Volga Turunu düzenli bir şekilde organize eden TEMPO-TUR’a ve bizlere tur boyunca eşlik eden, Prof. Dr. Aykut MISIRLIGİL’e ve Emin AYGÜN’e teşekkürlerimiz sunarız. Gezimizin son durağı olmasın dileğiyle…Yeni diyarlara… NOT:Fotoğrafların üzerine tıklarsanız fotoğrafları büyük boyutta görebilirsiniz. BİTTİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.