Sinan Bolat: Kaleci biraz delilik yapmalı!
'Kaleci biraz delilik yapmalı!'' diyen Sinan Bolat, Belçika ve Holanda'nın ortaklaşa düzenlediği Euro 2000 sırasında 12 yaşında bir çocuktu, imrenerek...
'Kaleci biraz delilik yapmalı!'' diyen Sinan Bolat, Belçika ve Holanda'nın ortaklaşa düzenlediği Euro 2000 sırasında 12 yaşında bir çocuktu, imrenerek bakıyordu Rüştü Reçber'e. Kısa bir süre sonra Belçikalıların gelecekle ilgili umutlarını bağladığı bir kaleci oldu ama yol ayrımında kalbinin sesini dinleyerek ay-yıldızı seçti. Türkiye onu Standart Liege'e şampiyonluk kapısını açan kafa golüyle hatırlasa da Estonya maçında ilk kez koruduğu Millî Takım kalesinde kalecilik hünerlerini sergileme fırsatını yakaladı ve büyük beğeni topladı. Genç oyuncu, TamSaha Dergisi'ne yaptığı açıklada "risk almayı seven kaleci" tipi olduğunu anlatıyor ve dozunda bir delilikten dem vurarak, şunları söylüyor: ''Belçikalılar beni A millî takım kalecisi olarak düşünüyordu ve Türkiye'yi seçmem onlar için hayal kırıklığı oldu. Ancak Türkiye'yi seçtikten sonra da Belçika'da bana bakışta herhangi bir değişiklik olmadı. Eskiden olduğu gibi bugün de saygı görmeye devam ediyorum. Brüksel'deki maçın 1-1 bitmesi Belçikalıları büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Penaltıyı kaçıran Witsel, Standart Liege'de benim takım arkadaşımdı. Aslında o penaltıyı kaçırması büyük bir sürprizdi. Çünkü Standart Liege'in de penaltıcısıydı ve bu işte gerçekten usta bir oyuncuydu. Ayak tekniğimin iyi olduğunu söyleyebilirim. Risk almayı seven bir kaleciyim. Hava toplarına olsun, ayaklara olsun bütün toplara çıkmayı ve müdahale etmeyi seviyorum. Birebir pozisyonlarda bir sorun yaşamıyorum. Onur Kıvrak, Cenk Gönen ve Ufuk Ceylan çok kaliteli kaleciler. Volkan abinin arkasında bu saydığım kalecilerle Millî Takım kalesi için ciddi bir rekabet yaşayacağız ve bu rekabet de Millî Takım'a olumlu yansıyacak. Benim tercihim kalecinin risk almasından, yani biraz delilik yapmasından yana. Çizgide topu beklemeyi seven bir kaleci değilim. Korkmamak ve biraz da deli olmak gerektiğini düşünüyorum. Ama Higuita gibi de işi abartmamak lâzım. Henüz 22 yaşındayım ve büyük takımlarda oynamak için hayallerim var. Bu sezon da iyi bir performans gösterip daha iyi bir takıma transfer yapmayı istiyorum. İspanya, Almanya, İngiltere liglerinde oynamayı istiyorum. Türkiye'de de oynayabilirim ama önceliğim Avrupa'da kalmak. Türkiye'deki baskıyı herkes biliyor. Böyle bir ortamda kalecinin risk alabilmesi de zorlaşıyor. Risk almadan oynadığınızda ise rahat olamıyorsunuz, yeteneklerinizi sergileyemiyorsunuz. Bir kaleci sürekli, "Ben şu pozisyonda hata yaparsam biterim" düşüncesiyle nereye kadar gidebilir ki? Millî Takım'da Kâzım'la aynı odayı paylaşıyorum. Bir kere son derece efendi biri. Onu tanımayan insanların baktığı gibi olmadığını söyleyebilirim. Yakından tanısanız çok farklı bir Kâzım göreceğinizden eminim. Geçmişte bir taraftardım ve hayran olduğum futbolculara yakın olmak isterdim. Bugün bunu düşünerek benden imzamı veya birlikte fotoğraf çektirmeyi isteyen hiç kimseyi geri çevirmem. Sonuçta birkaç dakikanızı alacak basit bir iş yapıyorsunuz ve sizi seven insanları mutlu ediyorsunuz.'' TamSaha Dergisi'nden Mazlum Uluç'a konuşan Sinan Bolat'ın röportajının ayrıntıları şöyle: Belçika, Jean-Marie Pfaff ve Michel Preud'homme'la art arda dünya çapında iki kaleci çıkarmış bir ülke. Ancak sonrasında aynı kalitede kaleciler bulamadılar. Hatta 2000'de ev sahipliği yaptıkları Avrupa Şampiyonası finallerine büyük ölçüde kaleci hatalarıyla ilk turda veda ettiler. Genç Millî Takımlarında oynadığın dönemde seninle ilgili olarak nasıl umutlar besliyorlardı? Yeni bir Pfaff ya da Preud'homme olmanı mı bekliyorlardı mesela? Tam olarak adını koyamam belki ama benim üzerimde o yönde bir çalışma yapmak istiyorlardı. Ben de bu iki büyük kalecinin ayak izlerinde dolaşmaya çaba harcıyorum. Zaten benim oynadığı Standart Liege, Michel Preud'homme'un da yetiştiği kulüp. Orada 10 yıl boyunca forma giymiş bir kaleci Preude'homme. Artık Belçika Millî Takımı için benimle ilgili bir beklentileri kalmasa da kulübüm Standart Liege beni yeni bir Preud'homme olarak görmek istiyor. Peki, millî takım tercihinin rotasını Belçika'dan Türkiye'ye çevirmen onlar için bir hayal kırıklığı oldu mu? Oldu tabii. Çünkü altyapı kariyerim boyunca Belçika Genç Millî Takımlarında oynamıştım ve beni gelecekte de A millî takım kalecisi olarak düşünüyorlardı. Ama tercih yapma aşamasına geldiğimde kalbimin sesini dinledim, ailemle görüştüm ve Türkiye'yi seçtim. Bu tercih Belçikalılar için bir hayal kırıklığı olsa da saygıyla karşıladılar. Türkiye'yi seçtikten sonra Belçika'da sana bakış açısında bir değişiklik oldu mu? Almanya'da oynayan Genç Millî Takım oyuncularımızın büyük bölümü bu konuda zorluklarla karşılaştıklarını söylüyor. Daha üst düzeyde de bu tip zorluklar yaşanıyor mu? Hayır, kesinlikle böyle bir sıkıntı yaşamadım. Türkiye'yi seçtikten sonra da Belçika'da bana bakışta herhangi bir değişiklik olmadı. Eskiden olduğu gibi bugün de saygı görmeye devam ediyorum. Kadıköy'de oynanan 3-2'lik Türkiye-Belçika maçında yedek kulübesindeydin. Rakip takımın pek çok oyuncusu yakın arkadaşlarındı. O maçta neler hissettin? Çok ilginç bir maçtı benim açımdan. O maçın çok zorlu geçeceğini müsabakadan önce söylemiştim ama yeneceğimiz konusunda da ümidim çok yüksekti. O gün sahadaki abilerimiz sonuna kadar mücadeleden vazgeçmedi ve önemli bir galibiyet elde etti. Her ne kadar geçmişte Belçika için oynasam da duygularım yüzde yüz Türkiye'den yanaydı ve maçın sonucunda herkes gibi ben de büyük bir sevinç yaşadım. Çünkü kararımı vermiş ve tarafımı net biçimde seçmiştim. Maç öncesi ve sonrasında Belçikalı oyuncularla aranızda nasıl diyaloglar geçti. Bir çoğu genç millî takımlardan arkadaşın olmalı... Witsel, Dembele, Defour, Fellaini, Kompany geçmişte Belçika Genç ve Ümit Millî Takımlarında birlikte forma giydiğim oyuncular. Kadıköy'de sahaya çıktığımızda elbette aramızda konuştuk, şakalaştık, "Biz kazanacağız, üç olur, dört olur" diye birbirimize takılıp iddialaştık. Tabii maç sonrasında kazanan daha fazla konuşuyor ve gülüyor. Brüksel'de oynanan ikinci maç hem Belçika hem de Türkiye için çok önemliydi. Belçika elde edebileceği bir galibiyetle kendisine grup ikinciliği için büyük bir avantaj elde edecekti ama galibiyeti koruyamadılar. O maç sonrasında Belçikalılar grup ikinciliği şansları hakkında neler düşünüyor? O maçı kazanacaklarına çok inanıyorlardı. Son iki maçlarını kazanmışlar ve bize karşı da büyük umutlarla hazırlanmışlardı. Söylediğiniz gibi eğer o gün kazanmış olsalardı grup ikinciliğini büyük ölçüde garanti altına alacaklardı. Bizim açımızdan maçın çok zor geçeceğini biliyorduk ama bir avantajımız vardı; beraberlik grupta bizi öne çıkartacaktı. Çok zorlu bir maçı beraberlikle tamamlamayı başardık. Belçikalılar o gün bize oranla daha baskılı bir oyun oynamış ve daha fazla pozisyona girmişti. Bir de penaltı kaçırdılar. Tabii böyle bir oyunun ardından galibiyetten olmak ve ikincilik için avantajı bize kaptırmak onlarda derin bir hayal kırıklığına yol açtı. 1-1'lik beraberlikte Axel Witsel'in kaçırdığı penaltının da büyük bir payı vardı gerçekten. O kaçan penaltının ardından Witsel'le hiç konuştun mu? Witsel şimdi Benfica'da oynuyor ama geçen sezon Standart Liege'de benim takım arkadaşımdı. Tabii ki maçtan sonra da kaçırdığı penaltıyı konuştuk. Aslında o penaltıyı kaçırması büyük bir sürprizdi. Çünkü Witsel, Standart Liege'in de penaltıcısıydı ve bu işte gerçekten usta bir oyuncuydu. Neden kaçırdığını o da bilmiyor ama iyi ki de kaçırdı, sonuçta o kaçan penaltı bizim çok işimize yaradı. Geçtiğimiz sezon bir sakatlık yaşadın ve bir süre sahalardan uzak kaldın. O sakatlıktan ve bugünkü durumundan söz eder misin biraz? İç bağlarım kopmuştu ve bu nedenle ameliyat oldum. Ama Allah'a şükür kurtuldum. Şu anda hiç bir sıkıntım yok. Formda ve sağlıklıyım. İstanbul'da oynayıp 3-0 kazandığımız son Estonya maçına kadar 9 kez A Millî Takım'ın yedek kulübesinde oturdun ama hiç oynama fırsatı bulamadın. Bu durum sana neler düşündürmüştü? Elbette insan 1 dakika da olsa oynamak istiyor. Ama demek ki Estonya maçına kadar kısmet değilmiş. Fakat ben sabırlı bir insanım ve bu sabrımın karşılığını da Estonya maçında kaleyi koruyarak aldım. Önümde Volkan ağabey gibi çok değerli bir kaleci var. Onunla aynı takımda olmak bana gurur veriyor. Dediğim gibi bundan sonra da sabırla beklemeyi sürdüreceğim. Ama Estonya maçında, görev verildiği takdirde her zaman hazır olduğumu da gösterdim diye düşünüyorum. TÜRKİYE DE MERAKLA SENİ İZLEMEK İSTİYORDU ASLINDA... Evet, Türkiye'deki insanlar beni iki sezon önce Standart Liege'e şampiyonluk kapısını açan kafa golümle tanıyor. Ama ben onlara nasıl bir kaleci olduğumu göstermek istiyordum. Belçika Ligi çok izlenen bir lig olmadığı için bu fırsatı da ancak Millî Takım'da oynadığım takdirde bulabilecektim. Sanırım Estonya maçı bunun için iyi bir fırsat oldu ve insanlar benim kaleciliğim hakkında da bir fikir edindi. Peki, sen kendini kaleci olarak nasıl tanımlıyorsun? Ayak tekniğimin iyi olduğunu söyleyebilirim. Risk almayı seven bir kaleciyim. Hava toplarına olsun, ayaklara olsun bütün toplara çıkmayı ve müdahale etmeyi seviyorum. Birebir pozisyonlarda bir sorun yaşamıyorum. Belçikalılar seni ülkenin en iyi kalecisi olarak mı görüyor? Geçtiğimiz sezon ligin en iyi ikinci kalecisi seçildim. Genk'in 19 yaşındaki kalecisi Thibaut Courtois en iyi kaleci seçilmişti ama o da bu sezon Chelsea'ye transfer oldu. Demek ki artık ligin en iyi kalecisi benim (gülüyor). Spor Toto Süper Lig'i izliyor musun? Türkiye'deki kalecileri nasıl buluyorsun? Kimleri beğeniyorsun? Ligi elbette izliyorum. Son yıllarda genç kaleciler büyük bir aşama kaydetti. Onur Kıvrak, Cenk Gönen ve Ufuk Ceylan gerçekten de çok kaliteli kaleciler. Tabii Volkan abiyi ayrı bir yere koyuyorum. Kendisini ispat etmiş, Fenerbahçe'nin gururu olmuş, takımın şampiyonluklarına büyük katkı yapmış bir kaleci. Konuşmalarından anladığıma göre sen kendini Volkan Demirel sonrası rekabete hazırlıyorsun. Evet. Volkan abinin arkasında biraz önce saydığım isimlerle Millî Takım kalesi için ciddi bir rekabet yaşayacağız. Gerçekten hepsi de çok iyi kaleciler ve büyük takımlarda oynuyorlar. Aramızda iyi bir rekabet olacak ve bu da Millî Takım'a olumlu yansıyacak. Dünyada beğendiğin kaleciler kimler? Futbolu bu sezon bırakan Van der Sar, Chelsea'nin kalecisi Petr Cech ve Real Madridli Casillas çok beğendiğim kaleciler. Van der Sar ve Cech'in hiç bir baskı altında kalmadan son derece rahat oynamaları çok etkileyici. Maç içinde herhangi bir delilik yapmayacaklarını bilirsiniz ve onlara sonuna kadar güvenirsiniz. Casillas ise hızı, refleksleri ve çok genç yaştan itibaren Real Madrid gibi büyük bir takımın kalesini korumasıyla örnek alınacak bir kaleci. Delilik yapmamaktan bahsettin. Sence kaleci delilik yapmamalı mı? Biraz önce kendinden bahsederken risk alan bir kaleci olduğunu söylemiştin. Benim tercihim kalecinin risk almasından, yani biraz delilik yapmasından yana. Çizgide topu beklemeyi seven bir kaleci değilim. Korkmamak ve biraz da deli olmak gerektiğini düşünüyorum. Ama Higuita gibi de işi abartmamak lâzım. Benim buradaki delilikten kastım kararlı bir şekilde topa çıkabilmek ve oyuncunun ayağına gittiğinde kendini geri çekmeden pozisyona müdahale edebilmek. Kaleci bu anlamda da sürekli bir sakatlanma riski altında. Tamam bu iş görevinin bir parçası ama vücudunu tekmenin önüne atarken hiç endişe duymuyor musun? Evet, bizim mesleğimizde sakatlanma riski oldukça yüksek. Ama madem ki bu işi yapıyoruz, o zaman kafamızdan sakatlanma korkusunu atıp sadece topu kazanmaya odaklanmamız gerekiyor. ÖNCELİĞİM AVRUPA Kariyerin için Belçika Ligi'nin dışında bir gelecek görüyor musun? Courtois'nin 19 yaşında Chelsea'ye transferi senin için de bir işaret fişeği olabilir mi? Henüz 22 yaşındayım ve benim de elbette büyük takımlarda oynamak için hayallerim var. Sözleşmem devam ettiği için bu sezon da Standart Liege'deyim. Bu sezon da iyi bir performans gösterip daha iyi bir takıma transfer yapmayı istiyorum. İspanya, Almanya, İngiltere liglerinde oynamayı istiyorum. Türkiye'de de oynayabilirim ama önceliğim Avrupa'da kalmak. Transfer dönemlerinde ismin sık sık Türk kulüpleriyle anılıyor. Son olarak Galatasaray'a transfer olacağın da konuşuldu ama daha sonra Muslera ile anlaştılar. Seninle gerçekten irtibat kuruldu mu yoksa her şey sadece gazete haberlerinden ibaret miydi? Galatasaray'la gerçekten görüşmeler vardı. Ama sözleşmem devam ettiği için son karar kulübümündü. Onlar da yüksek bir bonservis bedeli isteyince bu transfer gerçekleşmedi. Ama henüz çok gencim ve önümde uzun bir gelecek uzanıyor. Dediğim gibi sezon sonunda kendime farklı bir yol çizme fırsatına sahip olabileceğim. Belçika'da kaleci olmakla Türkiye'de olmak arasında sence ortam açısından bir fark bulunuyor mu? Mesela senin özgüveni yüksek bir kaleci olduğunu biliyoruz. Risk alabilen bir kaleci olduğunu da söyledin. Bu biraz da Belçika'daki baskıdan uzak ortamdan kaynaklanıyor olabilir mi? Türkiye'deki baskıyı herkes biliyor. Millî Takım'a geldiğimde bile arkadaşlarımın üzerinde bu baskıyı hissedebiliyorum. Bu durum kulüp takımları için de geçerli. Üstelik kaleciler özel durumları gereği bu baskıyı daha fazla hissediyor çünkü yaptıkları hatanın telafisi olmuyor. Elbette böyle bir ortamda kalecinin risk alabilmesi de zorlaşıyor. Risk almadan oynadığınızda ise rahat olamıyorsunuz, yeteneklerinizi sergileyemiyorsunuz. Bir kaleci kafasında sürekli, "Ben şu pozisyonda hata yaparsam biterim" düşüncesiyle nereye kadar gidebilir ki? O bakımdan Belçika'da kalecilik yapmak Türkiye'ye göre daha kolay. Bunun da nedeni oradaki insanların daha sabırlı olması. Kulüp yöneticileri olsun, taraftarlar olsun, medya olsun daha sabırlı ve hoşgörülü bakıyor oyunculara. Fanatik düşüncelerle oyuncuları baskı altında tutmuyorlar. Spor Toto Süper Lig'de oynanan futbolu nasıl değerlendiriyorsun? Kalite açısından baktığımızda Avrupa'nın neresine koyabiliriz? Benim açımdan bakıldığında İspanya ile bile kıyaslanabilir. Son yıllarda Süper Lig'de inanılmaz bir yükseliş var. Bunu lige gelen yabancı oyuncuların kalitesiyle de görüyoruz. Artık hiç düşünmeden Türkiye'ye geliyorlar ve ister istemez kaliteyi de yükseltiyorlar Bana göre Hollanda'nın, Fransa'nın çok önünde, İspanya'nın ayak izlerinde yürüyoruz. Millî Takım'a yurtdışından ve aniden geldin. Diğer oyuncuları da pek tanımıyordun. O dönemde neler yaşadığından söz eder misin? Gerçekten de başlangıçta biraz zorlanmıştım. Üzerimde bir çekingenlik vardı çünkü ilk defa karşılaştığım insanlarla beraberdim. Ama kısa sürede bu durumu atlattım ve ben de takımın uzun süredir birlikte olduğu bir parçası haline geldim. Takımdaki en yakın arkadaşların kimler? Doğal olarak gurbetçi oyuncularla daha yakınım. Serdar Kesimal iyi arkadaşım. Kâzım'la aynı odayı paylaşıyorum. EN İYİ ARKADAŞIM KÂZIM Kâzım dışarıdan bakıldığında kolay iletişim kurulacak bir adama benzemiyor. Asi bir tarafı var gibi duruyor. Evet, dışarıdan bakıldığında öyle görünüyor olabilir ama içinde çok iyi bir arkadaş. Bir kere son derece efendi birisi. Onu tanımayan insanların baktığı gibi biri olmadığını söyleyebilirim. Yakından tanısanız çok farklı bir Kâzım göreceğinizden eminim. Genç oyuncuları bekleyen en büyük tehlikelerden birisi, "Ben artık oldum" düşüncesidir. Bu düşünce profesyonelliğin de en büyük düşmanı sayılabilir. Bu anlamda sen nasıl bakıyorsun hayata? Hiç bir profesyonelin "Ben oldum" diye düşünebileceğine ihtimal vermiyorum. "Ben oldum" dediğiniz anda ilerleme şansınızı kaybedersiniz bir kere. "Ben futbolcu oldum" veya "Ben kaleci oldum" demem asla. Her zaman eksiklerim olduğunu ya da geliştirmem gereken yönler bulunduğunu düşünürüm ve daha iyi olmama çabalarım. Günde 4 saat antrenman yapıyorum. Takım antrenmanlarının dışında haftada 2-3 gün özel çalışmalar yaparım. Beslenme de çok dikkat edilmesi gereken bir konu. Belli saatlerde yemek yiyorum, gece atıştırmalarından kaçınıyorum. Aynı şekilde dinlenme de çok dikkat edilmesi gereken bir konu. Hatta Belçika'da antrenman sonrası dinlenmeler bir kamp düzeni içinde halledilir. Maçtan önceki iki günde girilen kamplarda hocanızın kontrolünde takım halinde uyursunuz. Özel hayatında neler yapıyorsun? Belçika'da ailemle yaşıyorum. Boş vakitlerimde arkadaşlarımla veya ailemle zaman geçirmeyi tercih ediyorum. Ailem Kayserili. Yaz dönemlerinde ailem ve ben akrabalarımızı ziyaret için Kayseri'ye geliyoruz. Nasıl karşılanıyorsun Kayseri'de? Artık şöhretli bir insansın sonuçta... İnsanlar ilgi gösteriyor elbette, imza isteyenler, fotoğraf çektirmek isteyenler oluyor. Ben de onların bu taleplerine severek karşılık veriyorum. Öyle bir talep geldiğinde ben onlardan daha hevesli davranıyorum. Çünkü ben de geçmişte bir taraftardım ve hayran olduğum futbolculara yakın olmak isterdim. Bugün bunu düşünerek benden imzamı veya birlikte fotoğraf çektirmeyi isteyen hiç kimseyi geri çevirmem. Sonuçta birkaç dakikanızı alacak basit bir iş yapıyorsunuz ve sizi seven insanları mutlu ediyorsunuz. Belçika'nın Hollanda ile birlikte ev sahipliği yaptığı 2000 Avrupa Şampiyonası sırasında sen 12 yaşında bir çocuktun. Türkiye o turnuvada Belçika'yı eleyerek tarihinde ilk defa çeyrek finale yükselmişti. Sen o dönemde maçlara gidebilmiş miydin? Gidememiştim ama arkadaşlarımla birlikte televizyonda izlemiştik. Açıkçası evi tribüne çeviriyorduk ve maçı sanki stattaymış gibi büyük bir coşkuyla yaşıyorduk. Kazandığımız o Belçika maçından sonra konvoyla sokaklarda tur atmıştık. O dönemde bir gün Türk Millî Takımı'nın kalecisi olacağını düşünmüş müydün? "Rüştü'nün yerinde ben olacağım" diye bir hayal kurmuş muydun? Hayal her zaman vardır ama gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilemezsiniz. O umutla yaşar ve o hayale ulaşmak için çaba gösterirsiniz. Ben de şimdi bulunduğum yerde son derece mutluyum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.