Pembe ve Yusuf-1  (Canan Tan)

Pembe ve Yusuf-1 (Canan Tan)

Ataerkil toplumların çoğunluğunda görülen benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa...

pembe ve yusuf

Ataerkil toplumların çoğunluğunda görülen benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünüdür diye tanımlanır TÖRE! Çeşitli ülkelerde değişik şekillerde yansısa da, genelde başta kadınlar olmak üzere aile fertlerine yöneltilen şiddet. Bizim ülkemizde özellikle kadınlara yönelik şiddet biçimidir. Duymadığımız zaman azdır. Gün geçmiyor ki, namus diye kadın öldürülmesin! Çocuk yaşta kızlar evlendirilirken suçlunun aranmadığı ülkemizde, özellikle ülkemizin doğusunda görülmesine rağmen, toplumumuzda yerleşmiş. Öyle içimize işlemiş ki, bırakın erkekleri kadınlar dahi bu işi körüklemişler. Kadının gülüşü, bakışı, konuşması dahi suç ve günah sayılmış. Gönüllü evlenende, gönülsüz evlen de mahkum edilmiş gelin gittiği ailelere, kız olunca suçlanmış, çocuk olmayınca yine kadın suçlanmış. Kendi oğulları kısır da olsa, iktidarsız da olsa yine kadın suçlanmış. Kısaca kadın uğursuz sayılmış. Hani cennet annelerin ayakları altındaydı. Anneler kadın değil mi? Az çok hepimizi yaşamışızdır benzer olayları. Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim. Ailem o kadar tutucu olmamasına rağmen, ilk çocuğum olduğunda öğle paydosunda hastaneye doğumhanenin kapısına gittiğim de annemi beni beklerken bulmuştum. Kızın oldu, canın sağ olsun, üzülme dediğini hatırlıyorum. Evet erkek çocuk isteği yerleşmiş olan beynimizde başka bir alternatifimiz yoktu. Yürürken ayağı takılıp tökezleyen insanın acı gülüşü gibi bir tebessüm, yüzümün ve kulaklarıma kadar kızardığını hisseder gibi olmuştum. Sanki utanılacak bir iş yapmış insan gibi kendimi suçluluk içinde hissetmiştim. Hastane odasına girdiğimde, eşimin yüzüne hiç bakmayışımı her defasında söyler. Şu anda düşünürken dahi kendimi suçlu hissediyorum. Haksızdım. İşte mürekkep yalamış bizler böyle olursak, gerisini siz düşünün! 2006 yılında gittiğim Kıbrıs’ta tanımış ve görüşme fırsatı bulmuştum Canan Tan’ı. Piraye, Yüreğim Seni Çok Sevdi, Hasret okuduğum kitaplarıydı. Şu an iki gün içerisinde bitirdiğim Pembe ve Yusuf kitabından bahsetmek istiyorum. Girişte Töre’den bahsederek girmiştim yazıma. Konusu Töre’ydi çünkü. Servet, iki kız çocuğundan sonra üçüncüsünü erkek çocuk beklediği gün babası ölmüş ve yine kız çocuğu dünya ya gelmişti. Babasının erkek çocuğu görmeden ölmesini içine sindiremeyen Servet kızına Keder ismini vermiştir. Keder’i hiçbir zaman sevmedi babası Servet. Keder daha çocuk yaştayken babası onu apar topar evlendirdi. Salih Bey’in oğlu İsmail Keder’den birkaç yaş büyüktü. İsmail’in babası ve ağabeyleri eşlerine oldukça iyi davranan kişilerdi. Ama İsmail onlar gibi davranmadı ve Keder’e hiçbir zaman değer göstermedi, sürekli dövdü. Keder bu duruma da alışmıştı. Babasından görmediği sevgiyi kayınbabası Salih Bey’den görüyordu. İsmail’in annesi de Keder’i diğer gelinlerinden ayırt etmiyordu. Evlenmelerinin üzerinden çok zaman geçmeden iki erkek çocukları oldu.     İsmail babası ve ağabeyleri tarafından sürekli hor görüldüğünü düşünüyordu. Sürekli memleketini terk edip İstanbul’a yerleşmek istiyordu. Babası Salih Bey’in ölümünden sonra ise annesine ve ağabeylerine durumu anlatıp kalan mirastan payını alarak İstanbul’a taşındı. Keder ailesini bırakıp İstanbul’a gitmeyi hiç istemiyordu ama İsmail ona fikrini bile sormamıştı. Kendi ailesiyle vedalaşmaya giden Keder babası Servet ile ilk ve son kez kucaklaşmıştı. Geç de olsa babasının desteğini hissetmişti. İşte bu ayrılış, bu vedaya dayanmak mümkün değil, gözyaşlarıma hakim olamadığım an! O satırları, okumayanlarla paylaşayım ki; okumak istersiniz belki o zaman bu kitabı…

devam edecek…       

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.