KARLA KAPLI YOLLARDA YOLCULUĞUM

KARLA KAPLI YOLLARDA YOLCULUĞUM

Yolculuğu nasıl yaptın dedirtecek bir yazı. Yıllar önce. Kırşehir’in bir dağ köyünde öğretmendim. Şubat tatilimiz geldi. Komşu köyde bir yedek...

Yolculuğu nasıl yaptın dedirtecek bir yazı. Yıllar önce. Kırşehir’in bir dağ köyünde öğretmendim. Şubat tatilimiz geldi. Komşu köyde bir yedek subay öğretmen arkadaşımız var. Perşembe günü sabahtan, öğrencilerin karnelerini dağıtmış. Bir kendisi için, bir de atları geri getirecek kişi için, iki at bulmuş köyden. Benim çalıştığım köye geldi. Haydi! Ne duruyorsunuz. Karneleri dağıtın. Gidelim dedi. Öğrencilerin karnelerini hazırlamıştık. Biz de iştahlandık. Çocukların karnelerini dağıttık. Bir at da ben buldum. Çıktık yola. O dönemde daha O yer ilçe olmamıştı. Şimdi ilçedir. Nahiyeydi. Geldik. Yedek subay arkadaşımız gideceği yere araç buldu. Vedalaştık. Gitti. Ben köyde bir köy adasında kaldım Sabah oldu. Bende köyümüze geldim. (H. A. Öğretmen de köyüne yakın olan ilçeye gitti.) Günler geçti. Şubat tatilinin bitmesine iki gün kala köye kar yağdı. Özbağ ile birlikte Kırşehir’de karla kaplandı.  İkinci gün, üçüncü gün derken Pazartesiye kadar kar yağdı. İyi de benim köye gitmem gerekir. Zaten bir gün önce okulu kapattık. Çıktık. Tatil bitti. Pazartesi okullar başlayacak. Ben daha Özbağ’dayım. Sabah oldu. Kar yağışı devam ediyor. Öğleye kadar yol boyunca oraya buraya gittim geldim. Fakat ortalarda araba falan yok. Neyse akşam oldu. Sabah oldu Ben yine yol boyuna çıktım. Arabaların gelişlerine gidişlerine bakıyorum. Fakat benim gideceğim hatta bir gelen giden yok. Üçüncü gün yağış durdu. Ama her taraf karla kaplı. Sabahtan Kırşehir’e geldim. Gideceğim hattan gelen giden yok. Bir araç yok. Dördüncü, beşinci gün de ben Kırşehir’e gittim geldim. Bir araba bulamadım. Hem kendimden utanıyorum. Hem beni görenlerden utanıyorum. Bu öğretmen. Bak daha görevine gitmemiş diyeceklerinden utanıyorum. Elimde bir filem var. İçinde birkaç çeşit giyecek var. Kırşehir’e gittiğimde, bir nahiyeden, bir minibüs gelmiş. Öğleyin dönecek. Arabada yer varmış. Hesapladım. Bu minibüsten yolda ineceğim. On km. kadar uzakta bir köy var. Orada hem okul arkadaşım. Hem de köylümüz arkadaşım var. (Adı H.A.) Onun köye kadar yürüyeceğim. O gün onda kalacağım. Ertesi gün köyün yakınından, ileri köylere gidecek arabalar olur. Onlardan biriyle yoluma devam edeceğim. Minibüse bindim. Yolda indim. Bir yolcu daha indi. O da benim arkadaşın yakınındaki köye gidecekmiş. Neyse. İkimiz olduk.  Başladık yürümeye. Yol yirmi cm. kadar karla kaplı. Yürüdük. Yürüdük. O yolcunun köyünün hizasına geldik. O yoldan ayrıldı. Akşamüzeri de ben arkadaşın köyüne vardım. Hoş beş. O gece orada kaldım. Sabah oldu. Kar gece çok yağmış. Kar kalınlığı elli atmış cm. Hiç bir araç o yollarda gelip gitmiyor. Yollar tam kapalı. Yapacağımız başka bir şey yok. O gün arkadaşın okulunda ortaklaşa dersler yaptık. Akşam oldu. Köy odasına gittik. Benim çalıştığım köye gideceğim konuşuluyor. Ben artık buradan gideceğim. Anayoldan değil. Köyden köye yürüyerek gideceğim. Köye nasıl gideceğimi soruyorum. Köyden köye geçişler öğrenmeye çalışıyorum. Köy odasında benim yolculuğum söz konusu olunca, geçmişten hikâyelerde gündem oluyor. Son elli yıl içinde, karda yolculuk yapanlar, yolda donarak ölenler, kurtlar tarafından parçalananlar. En az otuz kırk olay anlatılıyor. Bana da sakın yollar açılıncaya kadar buradan gitme diyorlar. Bana öğüt veriyorlar. Köyde dört beş gün geçti. Bir sıkıntı yok. Arkadaşımla birlikte yemek yapıyoruz. Derslere giriyoruz. Fakat ben iyice huzursuz olmaya başladım. Benim öğrencilerim, öğretmenlerini bekliyor. Artık kafaya koydum Gece sabaha kadar uyuyamadım. Arkadaşımın haberi olmadan kalktım.  Elime geçirdiğim naylon parçaların ayağıma sardım. Düşmeyecek şekilde bağladım. Elime bir de değnek geçirdim. Arkadaşımı uyandırdım. Gideceğimi söyledim. Yok dedi. Gitme dedi. Göndermem bu havada seni dedi. Fakat söylediklerini dikkate almadım. Daha fazla ısrar edemedi. Allaha ısmarladık dedim. Ayrıldım. Önce bir köyü geçeceğim. Sonra ikinci köye varacağım. O köyde bir ırmak varmış. O ırmağın boyuna düşeceğim. Irmak beni köye götürecek. Üçüncü köye varmış olacağım. O köyde kalacağım. Ertesi gün yine köyüme, öğrencilerime kavuşmak için yola gideceğim. Kar diz boyu.  Arkadaşın köyünden ayrıldıktan sonra,      normalde iki Saatte gidilecek yolum, tam öğlen vaktine kadar sürdü. İkinci köyde bir çeşme var diyorlar. O çeşmeden sonra ırmağın yoluna düşülecek. Irmak beni gideceğim köye götürecek. Çeşmenin başında kadınlar var. Onlara köyün adını söyledim. Yolunu sordum. Gideceğim yolu söylediler. Arkamdan da üzüldüklerini ifade ediyorlar. Pek de gençmiş. Bu karda nasıl gidecek, diye de endişelerini birbirlerine söylüyorlar. Ben aldırış etmedim.  Yaşım mı? Yaşım 22.  Hatta bu köyde de bir öğretmen ağabeyim var. (adı. A.K.) Onun yanına varsam. O da beni göndermez. Ona görünmeden çayın yoluyla, üçüncü köye gitmek üzere yoluma devam ettim. Yolun yarısında bir değirmen var diyorlar. Değirmenden sonra köyü bulmak daha kolay dediler. Neyse değirmeni buldum. O gün bir atlı da oradan geçmiş. O izi takip ederek köye vardım. Ama artık hava kararmaya başladı. Akşam ezanı okunuyor. Köye girişte soba külü boşaltan bir Kadın var. Yanında bir çocuk var. Çocuğa dedim. Beni öğretmenlere götür. Çocuk annesinden izin aldı. Beni öğretmenlere götürdü. Öğretmenler yemek hazırlığı içindelermiş. Kendimi tanıttım. Neyse akşam köy odasına gittik. Odaya gelenlerle sohbetler yapılıyor. Öğretmeni olduğum köye gideceğimi öğreniyorlar. Yine sohbetler, kış günü buralarda köyden köye yolculuk yapanlar üzerine oluyor. Son elli yıl içinde yolculuk sırasında, yolu şaşıranlar. Gece soğukta donanlar, ölenler, kurtlar tarafından parçalananlar, Sohbetler yapılıyor. Benim de havalar düzelinceye kadar orada kalmamı söylüyorlar. Fakat ben köye gitmeye kararlıyım. Öğrencilerim var. Dersleri boş geçiyor. Beni bekliyorlar. Köylülerimden utanıyorum. Öğrencilerimden utanıyorum. Kendimi ağır bir sorumluluk altında hissediyorum. Odada sohbetler sırasında yolumun üzerindeki köyleri soruyorum. Yolları anlamaya çalışıyorum. Sabah oldu. Muhtarın benim yaşlarımda oğlu var. Odada beraber yattık. Sabah oldu. Dedim. Beni köyün dışına çıkar. Yanıma düştü. Gideceğim hattı gösterdi. Ben yola devam. Bu arada bir berber, gideceğim yoldan gelmiş. Onun ayak izini takip ederek ilk varacağım köye vardım. Fakat çok zaman geçti. Yola devam etmem olanaksız. Nihayet köye vardım. Köyün öğretmeleriyle buluştuk. Akşamı birlikte geçirdik. Gece köy odasında kaldım. Sabah ailenin bir delikanlısı var. Ona dedim. Beni gideceğim yolu göster. Neyse delikanlı yanıma düştü. Beni köyün dışına çıkardı. Ben de yoluma devam ettim. Kar diz kapağımda. Yalnız benden önce bir atlı gitmiş. O atlının izini takip ederek ilk köye vardım. İkinci köy ve üçüncü köyü geçtim. Akşam ezanı okunurken dördüncü köye yani kendi köyüme vardım. İki arkadaştık. Birlikte çalışıyorduk. O zamanında gelebilmiş. Ben ise iki hafta sonra gelebildim.  Fakat beni görünce korttu. Sen deli misin?  Bu havada nasıl geldin? Niye geldin? Sen deli misin? Diye bana çıkıştı. Ben ise paçalarım diz kapaklarıma kadar çakıldak bağlamış. Dudaklarım tutulmuş. Konuşamıyorum. Donmaya az kalmışım. Dört beş saat kadar sonra buzlarım çözüldü. Yalnız yolculuğum sırasında kar fırtınasına, kar sürgününe, köpek sürüsüne, kurt sürüsüne, aşırı dondurucu soğuya, çok kalın bir sis tabakasına yakalanmadım.  Zaten yolu bir şaşırsam, bir daha gideceğim yönü bulmam mümkün değil. Bakın bu yaya yolculuk, karlar içinde yolculuk, en az seksen km. den az değil. Yıl 1965. Yolculuğumu siz nasıl buldunuz bilmem. İşte böyle bir yolculuk.  Bu yıl da o yıllardaki karlı günleri hatırlatır oldu. Bu Kırşehir’in karlı günleri o günlerin karının yarısı kadar bile değil. Sizlerle paylaşmak istedim. Kar berekettir. Anadolu’nun bereketi karla olur. Sıkıntıları olur. Ama Kış, kışlığını göstermelidir. Şunu da söyleyim. Ayağımda iskarpin ayakkabım var. Onunla karlı yollarda yürümek zor. İçine kar giriyor. Ayakkabının içinde su oluyor. Su buz oluyor. Sonra ayakkabının avurtlarını açıyor.  Ayakkabı ikide bir ayağından çıkıyor. Buzları ayakkabının içinden sökmek gerekiyor. Sıkıntı işte. Bir şey söyleyim. Daha sonra köye geldiğimde, bu yazının içine sığdıramadığım yolculuk sıkıntılarımı, annem rüyasında hep görmüş.  Benim yolda geçirdiğin sıkıntıları ve zorlukları, üst üste her gece aynısını yaşamış. Her gece ağlayarak uyanmış. Gece uyandığında hep babamı uyandırmış. Sen niye duruyorsun? Niye kurtarmaya gitmiyorsun? Diye sabahlara kadar uyuyamamışlar. Rüyasını anlattı. Anlattıkları benim yollarda yaşadıklarımın aynısıydı. Bu hikâyemi bilen arkadaşlarım (H. A. Ve H. Ö.) Hayattalar.  İkisine de huzurlarınızda sağlıklı günler diliyorum. Bu güne bir örnek olur diye anlatmak istedim. Komşu köyümüzde bir öğretmen vardı. Urfa’lıydı. Annesi ile beraber gelmişti. Okulunda tam seksen öğrencisi vardı. O yıllarda kız öğrencileri okula göndermezlerdi. Okuma çağındaki kızların tamamının kaydını yapmıştı. Devam etmelerini de sağlamıştı. Tek öğretmendi. Öğrencilerini iki gurup yaptı. Sabahtan öğlene kadar beş Saat birinci gurup öğrencileri okutuyor. Öğleden sonra da ikinci gurup öğrencilerini tam beş Saat okutuyordu. Karar tamamen kendisinindi. Yaptığı yasal olarak ta suçtu. Ama öğretmen çocukların okutulması sorumluluğunu duyuyor. İşini Atatürk’ün gösterdiği yolda sürdürüyordu. Köye başka bir öğretmen verilmedi. Urfa’lı öğretmen, iki yıl yalnız başına çalıştı.  Hem de başarıyla görevini sürdürdü. ASIM ATABEY EMEKLİ ÖĞRETMEN 11.1.2017

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.