Kaderin Acı Yazıları…
(dost bilip yüzüne gülüp arkandan vuranlar) Eski evrakları karıştırırken buldum. 40 yıl önce babama gelmiş bir mektuptu. Ben o zaman 17 yaşındaydım....
(dost bilip yüzüne gülüp arkandan vuranlar)
Eski evrakları karıştırırken buldum. 40 yıl önce babama gelmiş bir mektuptu. Ben o zaman 17 yaşındaydım. Mektubu ben de okumuş ve çok üzülmüştüm. Bir yuvanın yıkılışından kısa süre sonra kaleme alınmıştı. Mektubu yazan kişiyi de biliyor ve tanıyordum. Kendisini çok severdim. Temiz, tertipli bir beydi. İyi bir aileden geliyordu sülalesi… Bir de Ayşe hanım vardı. Güzel Ayşe diye lakabı vardı. Güzel kadındı. Fakat güzellik para etmiyordu demek ki! Onurlu ve namuslu olamadıktan sonra. 10 yıllık evliliğini, evli bir adama kaçmakla, yaşamını kendi elleriyle çıkmaza sokmuştu. Daha sonra kaçtığı adamı da terk ederek başkasına derken, bu dünyadan göçtü gitti. O yıllarda mektuptan başka iletişim aracı yoktu ki! Evlerde telefonu olan da nadirdi. O nedenle insanlar duygularını beyaz kağıt üstüne dökerlerdi. Yuvasının yıkılışını, babamla paylaşmıştı. O andaki ruh halinde yazmak kolay değil kelimeleri. Anlam düşüklükleri olabilir. Aynen aktarıyorum ve şu anda dahi okurken gözyaşlarımı tutamıyorum.14.12.1974
Kıymetli Hakkı Ağabeyim. Bu büyük üzüntülü satırlarıma başlamadan önce selam ve hürmetlerimi sunarım. Ne şartlar altında annemin ve babamın sözünü dinlemeyerek ve kalplerini kırmak suretiyle Ayşe ile evlenmiştik. Bilhassa rahmetli annemin! Ne kadar acı! Ben kendi halimde ve işimde gücümde bir insandım. Evlilik müddetim içerisinde iyi bir insanın yapması gereken hususlara elimden geldiği kadar dikkat ve itina göstererek beni bildiği o sıcak mutlu ve mesut yuvamızda eşimle müşterek sevginin ışığı altında yaşarken, birden bire ne oldu anlayamadım ve bir türlü inanamıyorum.Biz nazara mı geldik, yoksa şeytana mı uyuldu. Yakınların gurur ve iftihar duyduğu o güzel yuva bir anda mahvoldu. Ayşe on senelik tertemiz yuvasını hiç düşünmeden basit bir düşüncenin sahibi ile anlaşarak ve Ayşe’nin de bizzat katılarak, beni, yani tertemiz insanı felakete sürüklemişler, farkında bile değilmişim. Çünkü eşime sonsuz itimadım vardı ve Ayşe dünyanın en dürüst ev hanımı bilirdim. Bir noktada her şey yapılırmış, sadece sıfatı insan görülenle birlikte. Bir Türk’ün yapması orada kalsın, bir Ermeni’nin bile düşünemeyeceği, yapamayacağı, işlenilmesi mümkün olmayan görülmemiş ve eşine rastlanmamış suçu, uyarak beraber yaptılar. Bu durum Talas’ta hazırlanmış. Ben bunlara ne yapmıştım ki! Bir parça ekmeğimi hiç mi yemediler. Bir parça ekmeğin kırk gün hatırı vardır. Vicdansızca bir anda yuvamızı çirkince dağıttılar. Yapan ve yaptıranların da çoluk çocuğuyla bir anda yuvası dağılsın. Bayram günü Ayşe, Hatice ve ben annemlerden Talas’a gideceğiz dediler ve gittik. Gitmez olaydık. (Talas’a özel olarak gelmiş bir basit insan varmış ben ne bilirim.) Bana dediler ki; Hacı ağabeyinin eniştesidir. İşte Ayşe’nin anlaşarak bana bu adi ve çirkin olayı yapmışlar. Şimdi anlıyorum. Bunu bir ev hanımı yapmaz. Ben burada deliye dönmüşüm. Sonra Garajda, onun bin türlü Allah belasını versin. Hatice’yi İskenderun’a göndereceğimiz zaman beni bir Başçavuş çağırarak kenara çekti. (O sırada Ayşe bağırarak kocamı nereye götürüyorsun dedi. Ve ben de Ayşe’nin yanına yaklaşarak, ayıptır bağırma ben geliyorum dedim. Demek ki bunun bağırması hep planmış). Bu yanındaki gelen adam senin karına dolaşıyor dedi. Ve ben de peki abi dedim, durumu Ayşe’ye söyledim. Bana dediği kelime şöyle; yok canım öyle bir şey olur mu o kim ki! Demek şimdi anlıyorum Talas’ta bu beni için tertiplenmiş, planmış ve bana yaptılar. Bir tanesi de kendilerine yapsın. Allah’ından bulsunlar. Yaşlı başlı Ayşe’nin o adi adamla (yani karşıdakinin namusunu bilmeyen kendi namusunu hiç bilmezle) birlikte uyarak yaptılar. Tabi Hatice’yi de aramıza soktular ki temize çıksınlar. Büyük Allah’ıma teslim ederim. Zannetmesinler ki kendileri iflah olacaklardır. İflah olmayacağı gibi, Allah bin türlü belalarını verecektir. Bundan zerre kadar şüphem yoktur. Ayşe bu kadar basit düşünceye nasıl sahip olur. Benim bildiğim Ayşe o Ayşe değildir. Allah’tan korkmaz. Ben buna ne yapmıştım ki, bu büyük felaketi başıma getirdi. Ben burada 20 gündür fenalık geçiriyorum. Ne kadar yazık, ne kadar yazık, yazıklar olsun ona! Benim okulda bulunduğum sırada, akşam bütün eşyaları toplayıp anlaştığı o adi insanla kaçan 40 yaşındaki insandan hiçbir şey beklenmez. Bir eski havluyu bana bırakıyor. Benim eşyada hiçbir zaman gözüm yoktur. Bana hiçbir zaman dünya malı lazım değildir. O götürecekse götürsün. Şeref ve haysiyetimden oynayarak yaptı. Allah büyüktür. Eğer benimle muhakkak ayrılmak istiyorsaydı şayet, benim ve kendisinin şeref ve haysiyetini düşünerek güzellikle ayrılır ve kendisine bütün eşyalarımı da terk etmek suretiyle annesinin evine kadar da gönderirdim. Bu çirkin durumu bana niçin yaptı. Ayşe’ye ben bu gözden mi bakıyordum. Ne kadar yazık, ne kadar yazık, bana unutulması mümkün bulunmayan darbeyi vurdu ve üzüntüye bıraktı. Allah benim yardımcım olsun. Bu üzüntüden nasıl kurtulacağım! Kendime daha seviyeli bir ortam hazırlamak için gündüz ve gece durmadan çalışan bir insan bir anda ne hale düştü, kaderin acı yazıları beni neye sürükledi. Özür dilerim. Bütün ev halkına sonsuz hürmetlerimi sunarım.Hul…..
Yaşanmış gerçekleri ifade eden bu yazıdaki kişilerden üçü şu anda yaşamıyor. (Hacı’nın eniştesi dedikleri Ayşe’nin kaçtığı kişi, Hacı ve Ayşe’nin kendisi). Özellikle birisi aylarca yatalak olarak ölüme gitmiştir. Mektubu yazan kişinin daha sonra evlenerek çocuklarının olduğunu ve yaşamını devam ettirdiğini haberini almaktayım. Unutulmayan bir acı da yaşasa, mutluluk onun hakkıydı!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.