Birkaç Günlük Gezimiz – 14
Pozantı’dan, Ankara - Niğde - Kayseri’ye giden yol otoban olmuştu. 10 yakın tünelden geçerek yolumuz devam ediyorduk. Niğde’ye yaklaştığımızda saat 18.00’ e yaklaşıyordu. Yıllar önce gittiğimizde ana yolun kenarından sağa dönülüyordu. Otoban beni şaşırttı. Otobandan geri eski yola dönerek, Gümüşler köyünün içinden manastırın önüne aracımızı park ettik. Saat 18.00’ geçiyordu. Hiç şansımız yoktu sanırım. Fakat girişteki açıklamada kapanış 18.30 yazıyordu.
Manastırın girişinde iki kişi akşam çayını yudumluyordu. Bir şey demedi görevli olan. Nizamiyedeki makamına geçti, görevini yerine getirmek için.
Kısa zamanda akşamın güneşinin batışıyla birlikte, kısa da olsa gezdiğimiz manastır ve çevresi muhteşemdi!
GÜMÜŞLER KASABASI VE MANASTIRI:
Niğde’ye 9 km. uzaklıktaki Gümüşler kasabasındadır. 10. y.y. Bizans sanatının Anadolu’daki en güzel ve en iyi korunmuş eserlerinden birisidir.
1973 yılında arkeolojik sit alanı kabul edilen ören yeri; oldukça büyük ve geniş bir kaya kütlesinin içine kazınmıştır. Kaya kütlesinin Doğu ve Güneye bakan yüzünün uzunluğu 1.5 km. kadardır. Komple kaya olan ön cephe yerleşim merkezi olarak kullanılmıştır.
Eski Gümüşler Köyü’nde günümüze iyi bir durumda gelebilen bu manastır içerisindeki fresklerin Ihlara ve Göreme Kaya Kiliseleri ile karşılaştırılması sonucunda, bu manastırın yapımı 10. y.y. olarak bilinse de 8. ve 12. y.y. lar arasında yapımına devam edildiğine dair belirtiler vardır. Manastırın Kilise bölümüne 9 m.lik kaya oyma bir koridordan geçilerek girilir. Kare bir avluya açılan giriş avlunun 14 m.lik dik duvarları ile çevrelenmiştir. Avlunun, Doğu – Güney ve Kuzey kısımları çeşitli odacıklara ayrılmış, Kuzeydeki büyük oda mezarlık olarak kullanılmıştır. Güney tarafta ise havalandırma delikleri avluya iki kat olarak oyulmuştur. Alt kısım iki küçük odadan (Nartex) ve kilise kısmından oluşmaktadır. Üst kısma nartex’ten çıkan merdivenlerden ulaşılır. Bu küçük odacıktaki freskler; Ezop’un masallarından bazı seçmeleri yansıtır. Kilisenin kaya oyma şeklinde dört sütunu vardır.
Avlunun Batı- Doğu duvarlarına güvercinlikler oyulmuştur. Buradaki kapılar ise, manastırda yaşayanların günlük yaşamlarında yapılan işlere ayrılan odalara açılmaktadır. Avlunun Kuzey duvarı üzerinde de kemer dizilerinin ortasındaki bir kapıdan başka bir odaya geçilmektedir. Manastırın asıl kilisesine Kuzey-Batıdaki kapı boşluğundan girilmektedir.
Kilise duvarları, kapı boşluklarının çevreleri zengin fresklerle bezenmiştir. Buradaki kırmızı ve koyu yeşil renkteki koyu zeminlere yapılan figürlerde çeşitli renkler uygulanmıştır.
Manastırda bulunan çeşitli İsa freskleri, on iki havarinin belden yukarıları resmedilen freskler içinde en ilginç olanı: Gülümseyen Meryem Freskidir. Bu Meryem ve İsa Freski Anadolu’da ilk ve tek olması açısından önem taşır. Hangi yönden bakılırsa bakılsın o yöne doğru gülümseyen kucağında bebek İsa ile Meryem görülmektedir.
Bu kompozisyon altında St. Joseph, Mea ve Salome yeni doğmuş İsa’yı yıkamaktadır. Bu kompozisyonlar üzerinde Hz. İsa’nın doğuşunu müjdeleyen melekler, kaya üzerinde Çoban Sator, ihtiyar biri, genç Arepo resmedilmiştir.
Avlunun Kuzey duvarından girilen üstteki odanın duvarları da fresklerle bezenmiştir. Buradaki fresklerin konusu diğerlerinden farklıdır. Bu bölümde Eshopos’un hayvanlarını konu alan hikayelere yer verilmiştir.
Kaya oyuğu şeklinde dört sütunu bulunan duvarlarını freskler kaplamaktadır. Kilisedeki fresklerin güçlü ve canlı anlatımları, barındırdığı yer altı şehri, büyük mezarlık odası ve oldukça büyük kaya kütlesine kazılmış yerleşim birimleriyle birlikte arıtılmış savunma önlemleri nedeniyle Gümüşler ören yeri ve manastırı döneminin önemli din merkezlerinden biri olduğunu göstermektedir.
Manastırın duvarları çıra ve yağ kandillerinin islerinden ötürü siyah bir tabaka ile kaplanmış, Kültür Bakanlığı, Niğde Müze Müdürlüğü tarafından 1962 yılından sonra başlayan çalışmalarla fresklerin temizliği, dökülen kısımların restorasyonu yapılmıştır. Fresklerin konservasyonunun büyük bir bölümü Michael Gough başkanlığında bir İngiliz heyeti tarafından 1964-1965 yıllarında yapılmıştır.
Değerli okurlarımız, birkaç günlük gezimiz yazı dizimiz bugün son buluyor. Birkaç günlük derken, birkaç gün değildi. Topu topu 12 saati geçmedi bu 14 günlük sizlerle birlikte bilgilendiğimiz yazı dizisindeki gezdiğimiz yerler. Demek ki, istenirse gezilip görülebiliniyor. Mazerete mahal yok. Saatlerce kahve köşelerinde, gereksiz tv programlarında her gün zaman ayırmıyormuyuz.
Tarihimiz, sevdiğimiz ülkemiz bizler için çok önemlidir. Gezginler olarak gittiğimiz yurt dışı gezilerimizde gördüğümüz manzaraların bizleri ne kadar üzdüğünü yaşadık. Basit bir tarihi kalıntılarına ne kadar sahip çıktıklarını, görsel ve reklamla gelen turistlere kısaca pazarladıklarını yaşadık. Tarih kokan ülkemizde ne yazık ki birkaç gün içinde yaşadıklarımızla ne kadar sahipsiz ve bakımsız kaldığını da üzülerek yaşadık. Orta ve Lise öğrencilerine birkaç sokak ileride sorduğumuz tarihi eserlerin yerlerini bilmediklerini üzülerek gördük.
Sanat, bilim eserleri tarihi eserler bizler için ne kadar önemli olduklarını ezbercilikten çok gezdirerek görmelerini ve bilmelerini öğrencilerimize, gençlerimize tanıtmak Milli Eğitim Bakanlığının en başta gelen görevleri olduğu kanısındayım. Ben tarihçi değilim ancak kısa günde gördüklerimizi ve yaşadıklarımızı herkesle paylaşmak adına, kaynaklardan da yararlanarak kaleme aldım.
Yurt dışı gezilerimizde, zaman zaman birlikte olduğumuz bize rehberlik eden, Prof.Dr. Aykut Mısırlıgil’in devamlı tekrarladığı sözü ile noktalayalım. “Ayağınızda ayakkabınız varken geziniz!”
BİTTİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.