benim çilek reçelim!

benim çilek reçelim!

Eşim, oğlum ve kızım yeni tanıştıkları ya da tanıştığımız birilerinin yanında, hemen; Çilek Reçeli’ni anlatır mısın diye ısrar ediyorlar. Kaç...

Eşim, oğlum ve kızım yeni tanıştıkları ya da tanıştığımız birilerinin yanında, hemen; Çilek Reçeli’ni anlatır mısın diye ısrar ediyorlar. Kaç kez anlattım hatırlamıyorum. Daha önce de sizlerle paylaşmıştım. Yeniden yazayım da hep beraber hatırlayalım dedim. Her yıl kısa süre de olsa gittiğimiz yazlığımızın bulunduğu Taşucu’nda, mevsimin meyvesi ve sebzesini hormonsuz ve doğal yetişmiş şekilde, üreticiden alma şansımız oluyor. O yıl, gittiğimizde çilek mevsiminin son günleriydi, evlere kadar satmaya getiren köylü çocuklar görünmüyordu artık ortalarda. Eşimin çilek bulsak da, reçel yapsak demesi üzerine, yörede tanıdığım Silifkeli arkadaşa söyledim. Ayarlarım dedi. Üç beş kilo olsa yeter dememe rağmen, sen tut ikram olsun diye koca bir kasa çilek doldur getir. Eşim de bu kadar çileği ne yapacağız demez mi? Ne yapalım çöpe mi atalım? Birazını reçel, birazını komposto yaparsın, kalanını da yer veya konu komşuya verirsin dedim. Birkaç saatliğine evden ayrılıp, döndüğümde, eşimi mutfakta çilekleri temizlerken buldum, hem temizliyor, hem de söyleniyor. — Bu adamın işleri, çilek dediysek bir kasa demedik ya! (Bu adam da bendim.) — Ne var söylenecek sırtında taş mı taşıyorsun sanki alt tarafı çilek, ne var sanki temizlenmesinde dediğimde; - Kolaysa al kendin yap, sıcakta canım çıktı zaten, hem ben de denize gidip geleyim! Benim de denizle fazla aram yoktur. Sahilde, kumsalda gezmeyi yürümeyi severim de girmeyi oldum olası sevemedim. — Tamam, bırak ben temizlerim, ne yapacağımı göster sen git dedim Başladım çileklerin üzerindeki yaprakları temizlemeye, daha önce eşimin temizledikleri hoşuma gitmedi. Çileklerin bazılarının üzerinde yapraklar kalmış, onları da yeniden elden geçirdim. Ne olacak “gönülsüz pişirilen aş ya karın ağrıtırmış ya da baş.” Tam temizleme işini bitirmiştim ki eşim çıka geldi. — Bitirdin mi? - Evet! — Ben yukarı banyoya duş almaya çıkıyorum, sen bu arada marketten toz şeker al gel. — Peki! Hemen yakında bulunan marketten toz şekeri de alıp geldim. Alt kattan seslendim. — Toz şeker de tamam, emirlerini bekliyorum. — Ben birkaç çamaşır var, onları terasa sereyim, sen orada bulunan tencerelere çilekleri koy, üzerine de şekerleri döküver. — Peki! Dediklerini harfiyen yerine getirdim. İkinci gün sabah kahvaltıdan sonra, eşim iki tencereyi ocağın üzerine koymuş, altını da ateşlemiş. — Ben bir denize gidip geleyim. — İyi de ben ne yapacağım! — Sen kepçelerle tenceredeki çilekleri karıştıracaksın o kadar, dibine tutmasın! — Olur! Ona da peki! Ben tencerelerin başında, iki elinde iki kepçe, başladım çilek reçelini hafif hafif karıştırmaya, iyice ısınmaya başlamış olacak ki, neredeyse taşmaya başlayacaktı, aynı süt gibi, ne yapacağımı şaşırdım, daha hızlı şekilde kepçeleri tencereler içinde döndürmeye başladım. Çilekler dur durak bilmiyordu. Bir ara fırsatını bulup, ocağın altını kıstım. Of be dünya varmış! Fakat kollarımda derman kalmadı. Hareketsizlikten ve hamlıktan olacak, kollarım yoruldu. Ocağın birini de kapatmaya cesaret edemiyordum, bu kadar çilek şeker boşa giderse diye! Hani bir söz vardır;” akılsız başın ceremesini, tabanlar çeker diye” benimde kollarım çekiyor. Ocağı kıstığıma da gönlüm el vermiyor. Çünkü eşim taşar, taşınca da ocağı kıs dememişti. Yeniden açtım, kepçeleri hızla döndürmeye başladım derken, bitkin bir hale gelmiştim. Kollarım bu güne kadar böyle bir çile görmemişti, kepçeleri tencerenin içerisinde döndürmekten! Eşim çıka geldi; - Ne yaptın! — Ne yapayım çekilecek çilem varmış bu dünyada onu çekiyorum. Kalite kontrol için, mermerin üzerine pişen çilek reçelinden damlatmamı söyledi, onu da yaptım. Olmuştu. Olur’u almıştım. Tamam, çok güzel, kıvamında olmuş, biraz da limon sık ve soğumaya bırak diyerek yukarı kata duş almaya çıktı. Uzun bir süre aşağıya inmedi, yukarı çıktığım da yatağın üzerine güzellik uykusuna yatmış. Yeniden aşağıya inerek günün gazetelerine göz atmaya başlamıştım ki; Eşim yukarıdan sesleniyor; - Ne oldu soğudu mu? — Soğumuştur herhalde! — Herhaldeyle olur mu bir baksana! — Peki! Soğumuş. — Alt dolaplarda kavanozlar var, onları çıkar, temiz gerçi, olsun sen yine de suyla bir çalkala, tencerelerdeki reçelleri kavanozlara koyuver. İşlem tamamdı. Aşağıya inen eşim; - İşte hepsi bu kadar demez mi! Akşam sitenin kameriyesinde oturuyorduk. Eşim tadımlık olarak komşulara verdiği çilek reçeli için, soruyordu; — Çilek reçelimi beğendiniz mi? Birden döndüm ve müdahale ettim. — Kimin reçelini dedim. Hiç olmazsa ‘reçelimiz’ der insan, sen mi yaptın ki dedim. — İyi de ben tarif etmeseydim, sen nasıl yapacaktın demez mi! şakası bir yana sen bu işi iyi beceriyorsun, bundan sonra, çilek reçelini sen yapacaksın diye tebessüm etmez mi! İki seneye yakındır, kahvaltılarda “benim çilek reçelim”i yedik.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.