Alaattin KARAER
Bel Fıtığı ve Ben (1) 18 Ağustos 2016 tarihinde Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesinde Bel fıtığından ameliyat oldum. Ameliyata...
Bel Fıtığı ve Ben
(1)
18 Ağustos 2016 tarihinde Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesinde Bel fıtığından ameliyat oldum. Ameliyata giden süreçten sonra bahsetmek istiyorum. 2009 yılında belimden rahatsızlandığım ve başımdan geçenleri sizlerle paylaşmıştım. Gazetemizde çıkan yazıları okuyanlardan tanımadığım kişiler arayarak çeşitli sorular yöneltmişti. Ancak gazetemizin zaman zaman internet yenilenmesi sonucu arşivler sizlere ömür olduğundan, yazılarımı yeniden sizlerle paylaşmak istedim.
Kısacada olsa bel fıtığının bilimsel açılımını yazarak başlamak istiyorum;
Belimizde 5 adet omur kemiği vardır. Bu kemikler arasında da disk adı verilen kıkırdaklar bulunur. Disk, özel bir bağ dokusu organıdır ve omurganın dayanıklılığına, hareketliliğine ve zorlamalara karşı dirençli olmasına, omurgaya uygulanan şok şeklindeki darbelerin emilmesine ve kuvvetin çevre dokulara dengeli bir şekilde dağılmasına hizmet eder.
Bel fıtığı, beldeki omur kemikleri arasında bulunan ve adeta bir amortisör gibi görev yapan bu disklerin fıtıklaşması sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Disklerin iç kısmında nükleus pulpozus denen jöle kıvamında yumuşak bir bölüm, bunun dışında anulus fibrozus adı verilen daha sert bir fibröz tabaka, omur kemiklerine bakan yüzlerde ise her iki tarafta son-plak olarak adlandırılan kıkırdak yapılar vardır. Dıştaki tabakanın anatomik bütünlüğünün bozularak içerideki yumuşak kısmın dışarıya doğru taşmasına fıtıklaşma denir. Fıtıklaşan yani dışarıya doğru taşan disk, omurilik kanalı (spinal kanal) içinden veya kendisinin arka-yan tarafından geçmekte olan sinirleri sıkıştırır ve hastalık böylelikle kendisini belli eder .
Ayrıca fıtıklaşmış diskten ortama salınan bazı kimyasal maddeler de sinir köklerini etkileyerek ağrıya neden olurlar.
* * * * *
Yıl 2009!
6 Nisan pazartesi iş çıkışı, lokale uğradım. Bekleyen arkadaşlarla oyuna oturduk. Oyun daha bitmeden belimde biraz ağrı hissetmeye başladım. Gelen bir arkadaşa yerimi vererek, doktor olan eşimin nöbetçi olduğu özel tıp merkezine gittim. Belimin ağrıdığını söyledim. Kas tutulmasıdır dedi. İğne yaptılar, birde hap verdiler. Biraz dinlen demelerine rağmen kabul etmeyip eve gideceğimi söyledim. Aracıma bindiğimde, ayağımın debriyaj ve gaza basmada zorlandığını hissettim. Eve kendimi zor attım. Yatış o yatış. Tam iki ay dış dünyayla neredeyse ilişkimin kesildiği günler başlıyordu.
Bir gün dahi evde kalamayan ben, artık yatağa mahkum olacaktım. O gece yatağa kendimi zor attım. Sabah tüm vücudum ağrı ve yanma içindeydi. Bir milim oynamam mümkün değildi. Yanı başımdaki telefona dahi uzanmam, vücudumu hareket ettirmem mümkün değildi. Eşimi aradım kas ağrısı olabilir geçer dedi. İşyerini arayıp haber verdim. Birkaç gün iğne hap tedavisi yapıldı tık yok, gittikçede ağrılar artıyor. Kalkıp hastaneye gidecek durumda değildim. Sedye ile dahi götüremezler, çünkü ağrım o kadar fazla. Doğrulamıyorum, doğrulmayı bırakın, yatakta dönemiyorum. Anlatılacak gibi bir ağrı değil! Nasıl tarif edeyim bilemiyorum. Ancak, Nasrettin Hoca’mızın dediği gibi “damdan düşenin halini damdan düşen anlar.” Bu ağrı konusunda başka bir şey demek istemiyorum.
Hafta sonu ilaçların etkisiyle biraz olsun hafifledi. MR (emar) çekilmek üzere özel tıp merkezine gittik. Oda ayrı bir dert belden vazgeçtik, kalpten gideceğim neredeyse… Kapalı fanusun içine aldılar. Nefesim kesildi neredeyse. Ağrı bir yandan…
Yüksek ihtisas hastanesi beyin cerrahına gittik. Filme baktı. Bel fıtığı olmuşum. Disk kayması varmış. Fakat filmi beğenmedi. Muayene etti. Muayene bulgusu iyiymiş. İlaç ve dinlenme. Yeniden MR (emar) çektirirseniz iyi olur dedi. Yüksek İhtisas Hastanesinde MR (emar) için en az iki ay gün veriyorlarmış. Buyurun!
Eve kapandım. Birkaç gün geçti, bir telefon arkadaşım İbrahim Beyden;
- Evdeyim hastayım bel fıtığı olmuşum dedim.
- Bak kardeşim. Hiçbir şeye gerek yok. Yapacağın çok kolay beline bir havlu koyup, buharsız ütüyle ütüleyeceksin. Dikkatli ütüleyin! Bende de bel fıtığı vardı, ameliyat olmadım. Şimdi iyiyim.
Evde yalnızım, eşimin çalıştığı günlerde. Kendi kendime kıvranıyorum söyleniyorum, ağlıyorum. Ne gazete ne kitap okumam mümkün değil. Hafta başı televizyonu açtım. Bir o kanal bir bu kanal derken, hemen uyum sağladım. Dünya varmış! Ben artık hastalığımı unuttum. İkinci günü iple çeker duruma geldim. Hafta sonu ağrım daha da artıyordu. İki gün ben bu programlardan mahrum kalacağım diye, pazartesi gününü iple çeker oldum. Eşim evde olduğu zaman eğer televizyonun önündeyse benden fırçayı yiyordu. Hastalığım süresince oda alıştı. Eğer televizyonun önünde istemeden duracak olsa aklına geliyordu. Aman deyip çekiliyordu.
Sabah programım başlıyordu, saat 12.30’a kadar. Zaten bir olay başladı sezon sonuna kadar iki aya yakın devam etti. Kayıp çocuğu arama programı. Duygusuz bir anne. Suçu işleyenlerin hiç ilgisi yokmuş gibi günlerce programa çıkmaları. Sunucuda, psikolog ta, avukatta hayretler içinde kalmıştı. Herhalde meslekleri süresince böyle bir olayla ilk defa karşılaşıyorlardı. Yalan, dolan, iftiralar…
12.30’dan 15.00’e kadar evlendirme programı. Memleketimizde ne kadar evlenmek isteyen kadın erkek varmış. O kadar seyircinin karşısında, konuşup beğenip beğenmediklerini rahatça söyleyebiliyorlardı. İşte demokrasi. İşte özgürlük buna denirdi. Her işe bu kadar önem verilse... Saat 15.00’den sonra iki kanalda program vardı akşama kadar süren. Duruma göre bir ona bir ona geçiyordum. Bu zaman zarfında eğer telefon falan gelirse ağrılarım yine şiddetleniyordu…
devam edecek...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.