Alaattin Karaer

Alaattin Karaer

2017 Yılında Kaybettiklerimiz (13)

2017 Yılında Kaybettiklerimiz (13)

Mehmet ÇAĞLIKASAP!

alaattin-karaer--kose-yazisi-026.jpg

Terzi kendi söküğünü dikemezmiş!

     Anadolu’nun heybetli dağı Erciyes’le, pastırma-sucuğuyla, mantısıyla ünlü, benim de doğduğum şehrin şairi, öykücüsü ve matbaacısı Mehmet Çağlıkasap’ı yazmayı unutacaktım.

     1945 yılında Kayseri’de doğdu. Öğrenimi yarıda bırakarak matbaada basımevi işçisi olarak çalışmaya başladı. 1980 yılında kurduğu Aday Kitapları Yayınevi ile Kayseri’de Ahmet Ada, Abdülkadir Budak, Ayhan Gülsoy ve Bedrettin Aykın gibi çok sayıda yazar ve şairin kitabının çıkarılmasını sağladı.

     Kayseri’de dergiciliğin de mihenk taşlarından olan Mehmet Çağlıkasap’ın, ilk şiiri 1969 yılında Filiz dergisinde yayımlandı. Yine Kayseri’de arkadaşı Abdulkadir Budak ile Ozanca (1976- 7 sayı çıkartıldı) ve Hakimiyet Sanat 1976 dergilerini çıkardı.

     Makale ve şiirleri Ozanca, Hakimiyet Sanat, Varlık, Dönemeç, Saçak, Türkiye ve Yazıları, Edebiyat Cephesi dergilerinde yayımlandı.

     Başlangıçta şiirlerinde genel olarak insanın tabi olgular karşısında umarsızlığını işledi, daha sonra toplumcu gerçekçi bir çizgiye ulaşmaya çalıştı.

     Kitapları:

     Bir Sevdaya Yürümek (Şiir),

     İçimdeki Şeytan (Deneme),

     Yorgun (Öykü).

     Yolda yürürken kalp krizi geçirerek 03 Ocak 1957 tarihinde aramızdan ayrıldı.

     Ailesinin ve sevenlerinin başı sağ olsun!

*     *     *

     Köşe yazarı Recep Bulut’un 05.01.2017 tarihinde Kayseri Yeni haber gazetesindeki yazısı anlatmaya yetiyordu:

 

MEHMET ÇAĞLAKASAP GERÇEK BASIN EMEKÇİSİYDİ!

 

III.

Bu şehrin insanları fakirdir

Sizin için dile geldik fakirler

Biz on parmak kadar dostuz sizinle.

 

       Şehrin havasında homurdanma var

     Duy ve katıl şarkısına bu şehrin

     Sen dünyayı omzunda taşıyan

     Sen yer altı

     Sen yeryüzü insanı

     Bir lokmaya bütün sabır

     Bir lokmaya bütün kahır

     Canlarını dişlerine takmış insanlar

     Bir lokmaya.

 

İşsiz güçsüz

Evsiz barksız

Dili yok kalabalık

Sokaklar, caddeler, meydanlar dolusu

Biz şehir de, biz deniz de

Biz tarla da, fabrika da

Satılıyoruz

Harç mezat

Bir lokmaya.

(Mehmet Çağlıkasap’ın, “YORGUN” adlı kitabında yer verdiği Cahit Irgat’ın,”RÜZGARIM KONUŞUYOR” adlı şiiri.)

Günlerden Pazartesiydi…

Haftanın ilk iş günü…

Pazardan gelen yorgunluk hem yüreğinde hem de omuzlarındaydı!

Aslında bırakın işe gitmeyi yürüyecek hali bile yoktu!

Yüreği “yorgun” ve de “bitkin” düşmüştü!

O hem bir matbaa hem de bir edebiyat “ustasıydı”

Kendine hep “ırgatlığı” yakıştırırdı!

“Irgat geldik, ırgat gidiyoruz” diyordu!

Pazar gecesi sabaha dek, gelen kalp krizi sinyalini geçiştirmek için sabaha kadar kollarını ovalayan Eşi:

“Bugün de işe gitme!” demişti!

Ama o hep “ırgatlığa” gönüllü talim ettiği için,

“Olmaz!” diye kestirip atmıştı!

Eşi:

“Bir doktora gözük, durumun hiç iç açıcı değil!” demiş!

O hep aynı inat tavrıyla:

“İyi, doktora gidiyim de beni kesip doğrasınlar, sonra da hastalık üstüne hastalık icat etsinler! Kalsın!” demişti.

O’nun adı Çağlıkasap, o kendine münhal bir yapısı olan biriydi…

Bilime, çağdaşlığa sonuna kadar inanır ve de ödünsüzce savunur amma iş kendisine gelince zerre kadar o dallara basmazdı!

İşte o inatla sabah saat sekiz de kapıdan çıktı… Matbaacılar Sitesinde ki işine gidecekti!

Amma ve lakin kalp ağrısı dün geceden beri bangır bangır sinyal veriyordu…

“Eyy Çağlıkasap benden bu kahra bu kadar!” diye yüreği pat pat edince duvara dayandı…

Elini acıyla göğsüne götürdü!

Damarları adeta vücudundan fırlayacakmış gibi zonkluyordu!

Bir an geldi ki gözleri karardı…

Yorgundu, bitkindi!

Yaslandığı duvara bile tutunamadı, boylu boyunca yere kapaklanıverdi!

Yerde bir süre çırpındı durdu. Yoldan geçenler yardımına koştu, hemen yakında ki hastaneye götürdüler… Ama 73 yıllık kalp tükenmişti! Üstüne üstlük fena halde yere düşmüş, boynu zedelenmişti!

Doktorlar, artık onun için yapacak bir şey yok dediler!

5 Yaşından beri çalışırdı, ırgat gibi! Sadece bedeniyle değil, yüreğiyle, beyniyle emek sarf eden biriydi! O bir gerçek bir basın emekçisiydi!

Memleketinden çok dışarı da edebiyat dünyasında tanınan biriydi…

Cansız bedeni Cami Kebir’de ki musalla taşına getirildi…

Ceketi üstüne örtülmüştü! Eğildim baktım, mürekkep lekesi var mı diye!

O matbaada çalışırken her şeyini mürekkebe bulardı… Ellerini, tırnaklarını, yüzünü ve de üstünü-başını!

Yoktu! Anlaşılan o ki üstüne bayramlık ceketini örtmüşlerdi!

Bir an tabutun baş tarafına kaldırıp son kez şöyle bir yüzünü görmek istedim…

Hınzır hınzır gülerdi:

“Öldük işte, ne yapalım!” der diye düşündüm!

Derdi!

Lafını kimseden esirgemezdi!

Dili de kalemi de keskindi!

Bilenler bilir onu…

İki ay falan önceydi… Yine bir ortak tanıdığı toprağa vermek için Hunat Camisi’ne gitmiştik…

“Gazeteyi yakından takip ediyorum ama kelime ve cümle hataları var!” diye tutturdu…

“Doğru zaman zaman oluyor ağbi!” dedim.

Çıkıştı:

“Madem biliyorsun niye düzeltmiyorsun!” diye sert çıktı.

“Yetişemiyoruz ağbi, idare et!” diyecek oldum:

“Mazeret değil!” diye çıkıştı.

Doğru, ona göre hiçbir şey mazeret olarak gösterilmemeli… Yaptın mı doğrusunu yapmalı…

Haksız da sayılmaz!

Cenaze günü Cami Kebir’de eski dostlar tekrar bir araya geldik…

Budak ağbi (Şair-Yazar Abdülkadir Budak) ta Ankara’dan kalkıp gelmiş, durumu perişan…

Ayhan Gülsoy’la birlikte aldık Cami kapısının dışına çıktık…

Anıları anlatırken sözü bir Budak ağbi alıyor bir Ayhan Gülsoy…

Ben o zaman daha gencecik “tıfıldım”…

Onlara takılıyordum…

Edebiyat söyleşileri Hakimiyet Matbaası’nda yapılırdı…

Tıpkı “Ölü Ozanlar Derneği” gibi!

Mekan sahibi Çağlıkasap ağbim…

Dr. Sadullah Kutluer, Fazlı Yalçın, Ahmet Ada, Abdülkadir Budak, Ayhan Gülsoy…

Önce Ozanca sonra Hakimiyet Sanat Dergisi çıkarıldı…

Kimler şiir ve öyküler göndermezdi ki?

Dağlarca’dan tutun da Cemal Süreyya’ya kadar…

Gelen şiir ve öyküler rakı masası eşliğinde saatlerce tartışılırdı…

Gönderilen eser sahiplerinin, ismine-şanına-şöhretine bakılmaz, dergiye konulacak ölçüde ise ona göre değerlendirilirdi!

Mehmet Çağlıkasap’a Varlık Dergisi’nin sahibi:

“Kayseri’nin Yaşar Nabi Nayır’ı” denilirdi!

Çağlıkasap, edebiyat dünyasında öyle anılırdı…

O ki, hem ırgat hem de yayıncıydı!

Bu şehir hiçbir zaman onun değerini bilmedi…

Ama o hep bu şehrin sevdalısı oldu… Kimseye eyvallah etmedi! Kimseye minet etmedi!

Hasan Hüseyin’in dediği gibi hep, “Acıyı bal eğledi”

Güle güle Çağlıkasap ağbi!

 

Bu yazı toplam 1336 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Alaattin Karaer Arşivi