Mehmet Bayrak

Mehmet Bayrak

Münasebetsiz Mehmet Efendi

Münasebetsiz Mehmet Efendi

Zamanın beherinde İstanbul’da bir adam varmış. Adına “Münasebetsiz Mehmet Efendi” derlermiş. Bu durum dönemin padişahının kulağına gitmiş. Merak etmiş. Bu adamın ne gibi münasebetsizliği var da ona bu ismi takmışlar, demiş ve onu denemek için saraya davet etmiş.

Adam davete icabet ederek gelmiş. Gelirken, içeri girerken ve içeride tam nezaket kurallarına uygun hareketlerde bulunmuş. Tabi ki padişahın misafiri olduğu için büyük iltifatlarla huzura çıkarmışlar. Hoş-beşten sonra adam padişaha, kendisini niçin davet ettiğini sormuş. Padişah da: seninle ahbap olmak istedim, onun için çağırdım, demiş. Adam da teşekkür ederek, ara sıra görüşürüz diyerek ayrılmış.

Padişah hayret etmiş. Yahu ben bu adamda hiçbir münasebetsizlik göremedim…, demiş.

Aradan biraz zaman geçmiş. Soğuk bir kış günü! Yerler çatır çatır buz tutmuş. Padişah da bir iş icabı saraydan sirkeciye doğru aşağı inmiş. İşini bitirdikten sonra fayton ile Cağaloğlu’na doğru çıkıyormuş. Yokuşta buzdan atların ayakları kayıyormuş. Bir takım insanlar da faytonu yiterek çıkmaya uğraşıyorlarmış. Tam bu sırada Münasebetsiz Mehmet Efendi gelivermiş. Padişahın avanesine: durun hele, ben padişahımla biraz konuşmak istiyorum, demiş. İster istemez, verilen işaret üzerine faytonu durdurmuşlar.

Padişaha yaklaşıp:

—Padişahım! Siz içki içer misiniz? demiş.

—Padişah: Hayır, içmem.

—Ben de içmem.

—Peki babanız içer miydi? 

—Hayır babam da içmezdi.

—Benim babam da içmezdi. İyi öyleyse haydi güle güle gidin, deyince padişah:

—Gerçekten de münasebetsiz Mehmet Efendiymişsin, demiş.

Bunun bir benzerini de Mevlana’nın “Mesnevi’sinde görüyoruz:   

 

Tirmiz’de padişah olan Seyyid’in, her şeyi bilen “Delkak” isminde akıllı bir, maskarası vardı. Zaman zaman muziplik ederek padişahı eğlendirirdi. Bir gün Padişahın Semerkant’da mühim bir işi vardı. O işi derhal yapıp gelecek bir adam aradı.

“Beş günde oraya gidip gelecek ve bana haber getirecek olana hazineler vereceğim” diye tellal çağırttı.

Delkak, köydeydi. Bunu duyunca eşeğine bindi. Tirmiz’e doğru koşturmaya başladı. Öyle koşturuyordu ki eşek sakatlandı. Ata bindi at da çatladı. Nihayet yol tozlarına bulanmış bir halde Tirmiz’e gelip divana girdi. Vakitsiz olmakla beraber padişahın huzuruna girmek istedi.

Divana bir fısıltıdır düştü. Padişah da vehimlendi, heyecanlandı âdeta.

Şehrin ileri gelenleri de ürktüler, geri kalanları da. Acaba diyorlardı, ne fitne ne kötülük çıktı?

Kuvvetli bir düşman mı kast etti bize, yoksa kaza ve kaderden helâk edici bir felakete mi uğradık?

Ne oldu da Delkak, köyden kalktı, böyle aceleyle yola düştü, yolda birkaç tane Arap atını çatlattı?

Halk, padişahın sarayının kapısına toplandı. Bakalım Delkak, böyle acele niçin geldi diye bekliyorlardı.

Onun acelesinden, o telaşından Tirmiz’de bir gürültüdür koptu. Kimi iki eliyle dizlerini dövüyor, öbürü eyvahlar olsun, başımıza gelenler nedir, diye bağırıyordu.

Herkes, korkudan, gürültüden bir felaket düşünmede, bir başka çeşit düşünceye kapılmada, yüzlerce hayallere düşmedeydi.

Delkak, huzuruna girmek istedi. Padişah derhal izin verdi. Yeri öpünce padişah “Ne oldu yahu” dedi.

Kim, o ekşi suratlı adama bir şey sorduysa parmağını ağzına götürüp sus demekteydi.

Bu hareketinden halkın, vehmi artıyor, herkes derleniyor, şaşırıp kalıyordu.

Delkak, padişahın emri üzerine ey kerem sahibi padişahım dedi, bir an dur da nefes alayım.

Aklım başıma gelsin. Çünkü acayip bir âleme düştüm.

 Bir an geçti ama padişah da vehme, zanna kapıldı. Boğazı da acıdı, ağzının tadı da kaçtı.

Çünkü Delkak’ı hiç böyle görmemişti. Ondan daha hoş bir nedimi yoktu.

Daima hikâyeler söyler, lâtifeler eder, padişahı sevindirir, güldürürdü.

Huzurda oturdu mu öyle bir güldürürdü ki padişah, kahkaha atarken iki eliyle karnını tutmaya mecbur olurdu.

Kahkahadan terlere batar, yüzüstü yerlere yıkılırdı.

Bu günse yüzü sapsarıydı, suratı asıktı. Parmağını ağzına götürüp sus padişahım diyordu. Bu ne haldi?

Padişah, ne felâket var acaba diye vehimlendikçe vehimleniyor, hayallendikçe hayalleniyordu.

Harzemşah, pek zâlimdi, pek kan dökücüydü. Padişahın gönlünde o yüzden zaten gam, gussa vardı.

O taraflardaki birçok padişahları ya hileyle, ya kuvvetle öldürmüş, yok etmişti o inatçı.

Tirmiz padişahı da bundan vehimleniyordu zaten. Delkak’ın halinden vehim büsbütün arttı.

 Dedi ki: çabuk söyle, ne var? Kimden bu derece perişan oldun?

Delkak cevap verdi: Köyde duydum ki padişah, her ana caddenin başında bir tellal bağırtmış.

Üç günde Semerkant’a kadar gidecek adama hazineler bağışlatacağım demiş.

Koşa, koşa aceleyle geldim ki ben de o kudret olmadığını söyleyeyim. Benden böyle çeviklik gelmez. Hiç olmazsa bunu benden umma!

Padişah: Hay canına lânet olsun dedi, şehre yüzlerce korku saldın. A ham herif, bu kadar şey için ota da ateş saldın, otlağa da!.

Bu günde bu kadar.

Kalın sağlıcakla.

 

Bu yazı toplam 2766 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Bayrak Arşivi